“İmdat!”
Kara tenli kadının çığlıkları yankılanıyordu tenha koridorda
koşarken. Ayağında topuklu ayakkabı olduğu için rahat değildi. Üstündeki krem
rengi elbisesine uygun olsun diye giydiği topukluları şimdi canını yakıyordu.
Arkasına baktı göz ucuyla, peşindeki adam hala takip ediyordu.
“Neler oluyor?”
Kendi kendine sorduğu bu sorunun cevabı o kadar belirsizdi
ki. Bir anda kendini bu ıssız binaya atmak zorunda kalmıştı. Peşindeki her
kimse yaklaşıyordu. Sesini duyan yoktu zira dışarıdaki iş makinelerinin
gürültüsü her yanı dolduruyordu.
Koşmaktan ziyade ayaklarındaki acıdan durdu bir merdivenin
başında. Burası geniş bir boşluğa açılıyordu. Birkaç metre önünde ki cam
mekanın içi diğer her yer gibi boştu. Kaçacak bir yer ararken bir gürültü koptu
dışarıdan.
Dev bir metal topun yüzeyi göründü yıkılan moloz
yığınlarının arasından. Oldukça yakındı. Ancak zarar verecek kadar değil. Yine
de çığlığı koyuvermişti. Metal topun açtığı boşluğa bakıp camları hala yerinde
olan odanın kapısına yaklaşmaya başladı.
Peşindeki adam sakalı belirgin, ince ve atletik bedeniyle az
önce çıktığı merdivenlerin başında belirmişti. Merdivenleri ikişer üçer
atlayarak çıktığı için hızını almak için bir an eğilmek zorunda kaldı. Bu
sırada dev metal top bir kez daha aynı noktaya indirdi ağırlığını.
Duvarlarda kendi yolunu açan çatlaklar cam bölmeye kadar
yarışıp her şeyi tuzla buz ederken kadında pencerelerin dibine çöktü gayri
ihtiyari. Bir an sonra üstüne çöken karanlıkta tekrar çığlık attı. Ancak duyduğu inlemeyle çığlığı gittikçe
azalıp etrafına bakınmasına neden oldu. Üstüne pelerin gibi bir ceket giymişti
adam. Deri ceket kadının üstünde olduğu için cam kırıklarından korumuştu
kendisini.
Ancak adamın durumu kendisi kadar iyi değildi. Patlayan cam
üstündeki beyaz gömleğe saplanmış ve kızıla bulamıştı giysiyi. Canı yandığı
belliydi adamın ancak ciddi bir şey görünmüyordu. İnlemesine rağmen hareketleri
dans edercesine çevikti. Kadının üstündeki ceketi biraz daha sararken konuşmaya
başladı.
“Rahat dur! Açıklayacak vaktim yok, gidelim”
Kadın şaşkın gözlerle adamın kendisini sarmasına izin
verirken onu daha önce korkutan nesneye baktı. Adamın omuzlarına takılmış deri
kemerde bir tabanca vardı.
“İnsanları taşıdığı şeylerle yargılamamalısın”
Adam kendisini sürükler gibi çekiştirirken söylemişti
bunları. Sözlerinde kinayeli bir hava olsa da suratı oldukça ciddiydi. Bir an
sonra anlayamadığı bir şeyler bağıran adam kafasını tutup yere yatırdı kadını.
Çığlık atmaya dahi vakit bulamayan kadın deri ceketin üstünden kendisine vuran
moloz yığınlarını hissedebiliyordu. Metal top tekrar duvarlara abanıyordu. Bir
başka inleme adamın canının kendisinden daha çok yandığını belirtti kendisine.
Ayağı kalkmaya çalıştığında ceketin beklediğinden daha ağır
olduğunu fark etti o an. Başka türlü bunca şeyden koruyamazdı zaten narin
bedenini. Ancak adam belli ki korumasız kalmıştı.
“Üzgünüm, beni korumaya çalıştığını fark etmemiştim”
“Hm, kimse etmez. Kafana takma, gidelim”
Kadın yönlendirildiği tarafa sürüklenmeye izin verdi adam
tarafından. Önce merdivenlerden inip çıkışa yöneldiler hemen. Zaman zaman
duvarların parçalanmasıyla titreyen zemin ile parçalanan binadan çıkmaya
çalışıyorlardı. İçeri girdikleri kapı göründüğünde adam bağırdı
“Çabuk!”
Ancak kader takip ediyordu hareketlerini. Tam yaklaştıkları
sırada kapının önüne doluşan taşlar hayranı olduğu ünlüyü görmüş fan kalabalığı
kadar hızlı doldurmuştu çıkışı. Bunun üzerine adam kadını çekiştirmeye devam
etti.
“Bu taraf…”
Söylemeye çalıştığı kelimeler öksürükleri arasında yarıda
kaldı adamın. Etrafa doluşan toz hem görüş açısı hem de ciğerleri için kötü
haberdi. Sonunda bir odaya attığı tekmeyle kilidi kıran adam içeri girip
doğruca pencereye yöneldi. Kadın her gürültüde, her çatlayan duvarda çığlık
atıyordu.
“Kaç kilosun sen?”
Kadın sorunun absürtlüğü karşısında ancak çığlığını
kesebilmişti. Peşi sıra başına gelenler ise sorunun amacını ortaya koyuyordu.
Adam kadını kucaklayıp pencereye fırlamıştı. Ancak yere düştüklerinde üzerinde
sarılı ceket sayesinde zarar görmemişti kadın. Adamın beyaz gömleği iyiden
iyiye kızıla dönmüş kot pantolonu ise moloz yığınlarından yükselen toz ile
kaplanmıştı.
Öksürerek kadını uzaklaştırmaya çalışırken bir düdük sesi
yükseldi. Üzerlerine koşan bir grup işçi belli ki kendilerini uyarmaya
çalışıyorlardı. Kadın ne olduğunu anlamaya çalışırken adamın sinir krizi
geçirir gibi etrafına baktığını gördü.
“Neler oluy-”
Bir anda üstüne çöken adam kendisiyle birlikte yerde
yuvarlanmaya başladı. Sonunda durduklarında hala kafasına bastırıyordu kadının.
Kadın ise yuvarlanırken dahi hissetmişti ne olduğunu. Duvarları taciz eden
metal top her nasılsa yerinden çıkmış ve tam üstlerine düşmüştü. Eğer adam
olmasaydı… Hayır bu kadar kötü bir sonucu düşünmek istemiyordu.
“Siz burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”
Öfkeli bir ustabaşı kendilerine yanaştığında hala metal topa
bakıyordu gözleri.
“İçeri nasıl girdiniz?”
“Biz…gidiyoruz.”
Ustabaşı arkalarından küfür eşliğinde bir dizi kovucu kelime
sarf ederken ana yola çıktılar. Kadın tam teşekkür etmek ve neler olup
bittiğini sormak için ağzını açmıştı ki ana yolda bekleyen bir polis aracı
frene asılıp durdu.
“Kımıldama!”
Kadının neler olup bittiğini anlaması bir saniyesini aldı.
“Durun! Sanırım benim aramam üzerine geldiniz. Ancak
koşarken eşyalarım düştü ve…”
Duran polis aracını takip eden birkaç araç daha yaklaşıp
sirenlerini çalmaya başladılar. Apar topar yakalanan adam ise direnmiyordu.
“Siz iyi misiniz bayan?”
“Ne? Ben…İyiyim ama sanırım bir yanlış anlaşılma oldu.”
“Hayır hanımefendi onu uzun zamandır kovalıyorduk. Siz ilk
değilsiniz”
“Anlamıyorum.”
“Merak etmeyin artık güvendesiniz”
Polisin ağzından çıkan son kelimeye kaliteli bir kara
mizahmış gibi güldü kelepçelenen adam. Ardından ekledi
“Şimdilik”
Kadın zar zor duyduğu bu tek kelimelik karşılık ile ürperdi.
Peşinden polise hangi merkeze götürüldüğünü sordu. Polis ise şaşkın ve bir an
önce bulundukları yerden ayrılmak ister gibi baktı kendisine.
“Neden bilmek istiyorsunuz?”
“Çünkü ben avukatım”
***
Bir sorgu odasında oturan adamın yaraları tedavi edilmiş bir
şekilde bekliyordu. Kollarında ki sargı bezleri oldukça ciddi bir yaralanma
belirtisi sermişti ortaya. Ancak üstü çıplak bedenindeki diğer kesik ve
morluklar müdahale istemiyor olsa da hala belirgindi. Buna rağmen kelepçelenmiş
adam kımıldamadan öylece oturuyor, kelepçenin zincirleriyle oynuyordu.
İçeri sarışın bir kadın girdi. Tek parça elbisesi açık
maviydi ve görünüşü bir stajyer gibi olsa da yüz ifadesi yetkili biri olduğunu
koyuyordu ortaya. Elinde bir dolu evrakla adamın karşısına oturdu.
“Merhaba Mason”
Adam homurdandı. Ancak bir şey söylemedi.
“Ben polis şefi Susan McGoyle. Elinden en az dört defa
kaçtığın kişi.”
Bunu söylerken kullandığı ses tonu hem hoşnut olmadığını hem
de etkilendiğini belirtiyordu. Zira önündeki dava alışık olmadığı türdendi.
“Genelde başkalarına zarar vermeye çalışan insanlarla
uğraşırız ancak sen başkalarını zorla korumaya çalışıyorsun gibi görünüyor”
Mason kafasını hafifçe iki yana kafa salladı. Dudaklarının
kıvrılmasına bakılırsa bu söylenenin ardındaki manadan ve polisin niyetinden
hoşnut değil gibiydi.
“Sana yardım etmeye çalışıyorum Mason ancak böyle durduğun
sürece bunu yapamam.”
Adam kelepçeleri zincirleriyle oynamayı bırakıp kafasını
kaldırdı. Doğrudan polis şefinin gözlerinin içine bakıyordu. Sanki telepatik
bir şekilde iletişim kurmak ister gibi bir süre gözlerinin elasıyla zeytin
karası gözlerin buluşmasını bekledi. Sonra iç geçirerek tekrar kafasını indirip
kelepçenin zincirleriyle oynamaya devam etti.
Başta biraz tereddüt etmişti polis şefi. Zira az önceki
bakış hiçte normal değildi. Sanki ülkeler arası savaşları görmüş gibi bir
ürperti yayıyordu. Ancak yılların deneyimiyle gözlerini kaçırmadan karşılık
vermeyi başarmıştı. İçinde bulunduğu durumu mahkuma aşılayıp ağzından laf almak
bilinen bir yöntemdi. Ancak bu adamda işe yaramamış, ve belli ki yaramayacaktı.
Zira bu adam korkmuyordu.
Tam ağzını tekrar açmıştı ki içeri bir kadın girdi. Bugün
kurtarılan kara tenli kadındı bu. Onu gören adam oldukça duygusuz bir şekilde
kafasını kaldırıp bakmıştı. Bir kahraman gibi değildi kesinlikle. Aksine kadını
bir daha görmek istemiyormuş gibi bir hoşnutsuzluk vardı suratında.
“Bayan Hines”
“Müvekkilimle yalnız konuşmak istiyorum”
“Avukat istemedim”
Sorgu odasına getirildiğinden beri ilk defa konuşmuştu
Mason. Ancak kullandığı kelimeler odadaki iki kadın tarafından da beklenmeyen
bir cümle olmuştu. Ancak polis şefi büyük bir iç çekiş ardından avukata izin
verdi.
“Belki sen daha şanslı olursun”
Kapıdan çıkarken söylediği bu kelimelerle gerçekten samimi
görünüyordu Mason’a karşı. Ancak Liana Hines buna takılmayacaktı. Üstünü
değiştirmiş gri bir ceket ve pantolon ile beyaz bir gömlek giymişti. Odaya
giren polis memurundan mahkumu özel görüşecekleri odaya almasını rica etti.
Mason karşı koymadan denileni yaparken avukatın gözlerine baktı ve konuştu.
“Buraya gelmemeliydin”
Bölüm 2
Özel görüşme odasında karşı karşıya oturuyorlardı. Mason
kelepçe zincirleriyle oynuyordu hala. Elbette silahı alınmıştı. Ancak giysileri
geldiği şekilde duruyordu. Yolda moloz tozlarının bir kısmı dökülmüştü ancak
yine de temiz değildiler.
Avukat ve müvekkil arasındaki mahremiyeti sağlamak açısından
yeterli görünen oda da Mason ve Lianna oturuyordu öyle. Mason konuşmaya hevesli
görünmüyordu belli ki. Bu yüzden beklemekten vazgeçen Lianna başladı konuşmaya
“Neden buraya gelmemem gerektiğini düşünüyorsun?”
“Sen sıranı saldın”
“Bu da ne demek?”
En azından karşılık vermişti
“Anlattıklarıma inanmayacak biriyle konuşacak bir şeyim yok.
Ayrıca…”
Elini kelepçenin izin verdiği kadar kaldırıp avukatının
karşılık vermek için açtığı ağzını kapatmasını bekledi ve devam etti.
“’şansını dene’ ve türevlerini belirtmene gerek yok Bayan Hines.”
İsmini hiç söylememişti ancak polis şefi kendisine
seslendiği için bunu normal karşıladı.
“O zaman boşuna mı geldim yani?”
Mason omuz silkti. Bunun üzerine Lianna’da biraz daha geriye
yaslanıp kollarını bağladı. Sonunda buraya gelirken olan biteni anlatarak
ağzını aramaya karar verdi.
“Önce çantamı almaya çalıştın. Sonra çantadakiler yere
dökülünce birden kanın çekildi”
Mason zincirlerle oynamayı kesti. Artık hiç kımıldamıyordu.
Lianna doğru yolda olduğunu düşünüp inşaat sahasına girene kadar olanları
anlatmaya devam etmeye karar verdi.
“Çantamdan dökülenlerde bir şey mi gördün? Zira beni
çekiştirip her şeyden uzak tutmaya çalışıyor gibiydin. Bak garip bir şeyler
dönüyor ve sen bunu çözmüşe benziyorsun.”
Mason kafasını kaldırdı. Bakıları her zamankinden daha sert
olsa da gözlerinde bir şeyler değişmiş gibiydi. Sonunda derin bir iç çekip
anlatmaya başladı.
“4 yıl önce bir yangın olmuştu. Cadılar bayramıydı. Bir adam
evin yanacağını söyleyip kendini dışarı atmış bunu duyan birkaç komşuda
kendisini izlemiş ve dışarı çıkmıştı.”
Lianna’nın gri gözleri büyüdü.
“Ben de onlardan biriydim. Sonra gaz kaçağından dolayı…”
“Evet her neyse sonra oradan çıkan herkes sırayla ölmeye
başladı ve tam olarak yangının ilerlediği şekilde ölüyorlardı. Şimdiye kadar
sadece bir kişiyi kurtardım, Carl. Ben en son öleceğim. Bu yüzden öngörüler
bana geliyor. Kurtarılabilme ihtimalinden dolayı, neyse. Ben birini kurtardım
ve biraz araştırma yaptım”
Lianna soluğunu tutmuştu. Yolda gelirken müvekkiline yardım
edebilmek için çantasını bulan polis memurları sayesinde telefonundan internete
girebilmiş ve bazı olaylara bakmıştı. Ancak bu bahsettiği olayın bağlantılı
olabileceğini düşünmemişti. Sonuçta dinlediği şeyler bir dizi korkunç olayı
anlatıyordu. Trafik kazası, uçak kazası, hız treni kazası…
“Sonuçta orada ölmesi gerekenleri kader takip ediyor ve
buluyor. Ben ise bunu önleyebileceğimi çünkü bazı öngörüler alabildiğimi fark
ettim.”
“Yani çantam döküldüğünde olan şey öngürü müydü?”
“Her neyse artık gitmen gerek.”
“Neden? Bırak sana yardımcı olayım”
“Bak senin sıranı atladı tamam mı? O yüzden git ve hayatını
yaşa. Tekrar sıra sana geldiğinde hala yaşıyor olursam gelir seni kurtarırım.
Zaten…zaten…”
“Ne oldu?”
Tekrar kafası düşmüştü Mason’nın. Ancak bu sefer yüzündeki
pişmanlık okunuyordu. Sonunda dışarı çıkıp polis şefine gitmeye karar verdi. Bu
adam hakkında daha fazla bilgiye sahip gibiydi kendisi.
Polis şefinin anlattıklarına bakılırsa sadece iki kişiyi
kurtarabilmişti Mason. Ancak tekrar yanına gittiğinde adam konuşmayı
reddediyordu. Sonunda gerekli evrakları hazırlayıp onu çıkartmaya karar
vermişti. Zaten kimseye zarar vermemişti. Bu yüzden iyi halde dışarı
çıkabilirdi.
Ancak işin asıl zorluğu ona eşyalarını verdikten sonra
başladı. Mason polis merkezine getirilmiş bir oğlan çocuğuna bakıyordu. Çocuğun
elinde oyuncak tabanca vardı. Tozları hala silkelenmesi gereken giysileri
üstünde öylece durup sanki hipnotize olmuş gibi çocuğa bakmayı sürdürdü.
“Mason?”
“Telefonun var mı?”
Lianna önce tereddüt etti. Ancak peşi sıra gelen mucizevi
olayları hatırladı. Dört yıl önce cadılar bayramında bir genç yangın çıkacağını
bağırıyor kapıları yumrukluyordu. Kendisiyle birlikte birkaç kişi daha çocuğu
yatıştırmak için dışarı çıkmıştı. Bu mahallede komşuluk yoktu. İnsanlar
rahatsız edici sesler için birbirini şikayet etmek dışında sadece selam
verirlerdi. Dolayısıyla bu genç bağırmaya başlayınca sadece birkaç kişi,
içlerinden gelerek gerçekten bir şeyler yapmaya karar verdi. Lianna sonraki
patlamadan ve bir ormanda bile daha yavaş yayılacak yangından böyle
kurtulmuştu. Şimdi hiç tanışmadığı o genç karşısında telefonunu istiyordu.
O kısacık tereddüt anında aklından ölen ya da daha kötü hale
bürünmüş insanları geçirdi telefonunu uzatırken. Mason’nun evrak işleri
hallolurken ağzından neredeyse bıçakla aldığı birkaç kelime sıraları gelmediği
için ölmeyen ancak bu yüzden acı çeken insanlar olduklarını söylüyordu o
yangında. Ancak artık gitmişlerdi. Ruhları bedenlerinden ayrılmıştı.
“Bu yüzden sıra sendeydi ve izini bulmak kolaydı. Ancak şu
an telefonum yok.”
Elbette basit bir rastlantı olamazdı karşılaşmaları. Mason
bir numara tuşlamış ve birkaç kelime etmişti.
“Sıradaki kişi için öngörü geldi”
Telefonun markası konum atacak teknolojiye sahip olduğu için
birkaç dokunmatik parmak hareketiyle bir sonraki gideceği yere varmak üzere
hazırdı.
En azından küfür edene kadar Lianna böyle geçirmişti
kafasından. Mason sert bakışlarını çevresinde gezdirirken Lianna’nın neredeyse
soru işaretinde dönmüş bakışlarına çocuğun elindeki oyuncak tabancayı
göstererek cevap verdi
“O burada. Vurulacak. Sonra benimle iki kişi kalacak.”
Bölüm 3
Etrafta koşturmadan önce Lianna’ya tabancayı vermişti
“Emniyeti açmak şu şekilde, mermiyi böyle kontrol ediyorsun
ve tetiği çekerken parmağının ortasını değil ucunu kullan. Ancak tetiğe asılma
hafifçe bastır.”
Birkaç kelime daha söylemişti ancak bunları uzaklaşırken bağırdığı
için tam anlamamıştı. Bu yüzden Lianna elinde 9mm bir tabanca ile polis
merkezinde öylece kalakalmıştı. Sonunda telefonuna bakmak aklına geldiğinde
derin bir nefes alıp tabanca ile eline tıkıştırılan telefona baktı.
Gördüğü simayı hatırlıyordu. Yangında ki binada insanların
“keş” diye adlandırıldığı biriydi. Madde bağımlılarına uygun bir yaftaydı bina
sakinleri için. Bir an sonra telefonunda ki bu bilgilere kimin ulaştığını merak
etti. Mason belli ki biriyle çalışıyordu. Ancak bunlar sonraki aşamaydı.
Lianna için gördüğü bir simayı bulmak kolay olmayacaktı bu
kalabalıkta. Polis merkezinde elinde silahla gezmek ise çılgınlıktı. Ancak
birinin hayatını kurtarma düşüncesiyle silahı çantasına saklamış ve etrafta
amaçsızca gezmeye başlamıştı. Sonunda bir adamı tutmaya çalışan bir grup polise
rasgeldiğinde beklediği sahnenin bu olduğunu düşündü. Adamı tanımıştı. Yıllar
geçtikçe erimiş gitmişti sanki. Ancak krizden kaynaklanan deli kuvvetiyle
polislerle başa çıkabiliyor gibiydi.
Gözleri Mason’u ararken ne yapabileceğini düşündü. Silahı
vardı ancak Mason adamın vurulacağını söylemişti. Bu mantıklı gelmiyordu. Ne
yapacaktı? Bu sırada Keş üstüne atlamış ve kendisini yakalamıştı.
“Yaklaşmayın!”
Bir anlık düşüncelere dalması sonucu durumun farkında
olmayan Lianna rehin durumuna düşerken etrafındaki polislerde durumu kontrol
altına almaya çalışıyor gibiydi.
“Sakin ol!”
Elinde herhangi bir silah bulunmamasına ve kollarının
inceliğine rağmen kara tenli kadının boynunu kopartabilecek bir hırsla
tutuyordu. Lianna ne yapacağını bilemezken olayların çok hızlı ilerlediğini ve
diliyle iş yapan biri olduğundan fiziksel olarak yetersiz kaldığını aklından
geçirdi ister istemez.
Bu sırada Mason’u gördü. Bir polis memuruyla tartışıyordu.
Hayal meyal duyduğu birkaç kelimeden silahı istediğini anladı. Adamı vuracak
mıydı? Neden silahla durdurulması gerektiğini düşünüyordu ki?
Keş kendisini bez bebek gibi savururken bir şeyler yapması
gerektiğini hissediyordu. Pek çok suçlu ve masum görmüştü. Bu durumla başa
çıkabilirdi. Fiziksel zayıflığı kendisini engellese de kafası hala çalışıyordu.
Olaylar hızlı gelişmiş olsa da mahkeme salonlarından edindiği soğukkanlılığını
çabucak kazanmış ve durumu kabullenerek düşünmeye başlamıştı. Gözleri Mason’nın
bir şekilde eline aldığı tabancayla durdu. Artık sadece bedeni hareket etmişti.
Bir anda ayağını kaldırıp Keş’in dizine indirince adam tökezlemiş ancak
herhangi bir acı ibaresi göstermemişti. İçinde bulunduğu krizden dolayı bu
şekilde olmalıydı. Ardından bir el tabanca sesi yankılandı.
Keş omzundan vurulmuş ve düşmüştü ancak polisler bu seferde
Mason’nın üzerine atlamıştı. Mason tabancayı bırakacak gibi oldu ancak hemen
sonra kendi omuzuna bastırdı metal namluyu. Lianna Mason’nın neden kendi omzunu
vurmak isteyeceğini anlamamıştı ancak Mason üstündeki polislerin ağırlığıyla
yere düşünce silah ikinci kere ateş aldı.
Her nasılsa anlamıştı. O bir anlık bakışmada düşünceleri
birbirlerine ulaşmıştı sanki. Eğer yere düşerken silah elinden kaçarsa mermi
Keş’e gelecekti. Belki sekerek belki direk olarak, ancak şu durumda böyle bir
sıkıntı olmazdı.
Vurulan Keş’e ilk yardım uygulanırken Mason ve Lianna tekrar
bir araya gelmişti. Kollarındaki inşaattan kalma yaralara şimdi de omuzunda ki
mermi yarası eklenmişti Mason’nın.
“Ne yaptığını anladım”
Mason cevap vermedi. Ceketinin kenarlarıyla oynuyor kafasını
eğmiş öylece duruyordu.
“Eğer kendini vurmasaydın yere düşen silahın ona geleceğini
düşündün.”
Mason’nın ceketinin kenarlarıyla oynayan eli bir an durup
kafasını kaldırdı.
“Ceketin içinde köpük var merminin omzuma girmesini
engelledi”
Lianna ceketin kendisini korumasından normal olmadığını
biliyordu. Şu durumda yapılan bu açıklamaya karşılık vermedi bu yüzden
“Ayrıca benim sıram değil. Yani ölmeyecektim”
Kara tenli kadın endişeli bir ifadeyle adama baktı. Aynı
binada kaldıkları gerçeğini atlarsa daha kendisni 24 saattir bile tanımıyordu.
Ancak şimdiden iki olay geçmişti başlarından. Ayrıca bu sefer onu polis
merkezinden çıkartmak çok daha zor olacaktı. Nihayetinde bunu belirtti.
“Mason bir polis memurunun tabancasını aldın, zorla”
Adam kafasını eğip ceketinin kenarlarıyla oynamaya başladı
tekrar. Parmakları bir müzik aleti çalıyor gibi hareket ediyor, sadece
kendisinin duyabildiği bir şarkı söylüyordu sanki. Etrafına mümkün olduğunca
bakmamaya çalıştığını fark etti Lianna. Ancak bunu soracak vakti yoktu çünkü
Mason’ı çıkartıp sonraki ölümleri durdurmak istiyorsa yapacak çok işi vardı.
Yine de son bir soru için vakti olduğuna karar verdi.
“Vurularak ölecek birini mermiyle durdurmaya çalıştığına
inanamıyorum”
Mason ilk defa gülümsedi. Ancak acı bir gülümsemeydi
yüzündeki. Ayrıca kafası eğik olduğu için pek belli olmuyordu. Yine de
konuşması iyi bir şeydi
“İronik değil mi? Kaderi değiştirebilecek tek şeyin ironi
olduğunu öğrenmem için pek çok kişinin ölümünü izlemek zorunda kaldım. Sırada 2
kişi var. Ben ve biri daha, ancak sonunda geldiğim nokta burası.” Kafasını
kaldırdı ancak parmakları hala hareket ediyordu. Kırık gülümsemesini bozmadan
devam etti.
“Eğer üstüne gidersen kader bunu eğlenceli buluyor ve daha
fazla karışmıyor gibi hissediyorum. Eğer mevcut durumla ilgili bir şey yapmaz
ya da üstüne gitmezsen daha fazla yük biniyor. Ayrıca öngörü sahibi olarak son
sırada ben varım yani bir kişi için daha öngörü görmezsem kendim için
endişelenmeme gerek yok.”
Kafasıyla mermi yüzünden morarmış omzuna işaret etti. Lianna
bunu düşünmekten kendini alamadı. Onca evrak işi arasında ara sıra dalıp
düşünceleri bu sözlere kayıyordu. Bu kabullenmişlik ve savaşma arzusunun
karışımıydı bir şekilde. Nedense bu ikisini ayrı şeyler olarak düşünüştü ancak
şimdi böyle biriyle uğraşıyordu işte. Ayrıca mahkemeye sunacağı rapor için
kendisiyle konuştuğunda başka ilginç bilgilerde almıştı.
Mason dört yıl önceki cadılar bayramında çıkan yangından
beri kendini eğitiyordu. Yangından kurtardığı bir bilgisayar kurduyla iş
birliği yapmış ve pek çok alanda kursa gitmişti. Şu an bile yüzmeye gitmesi
gerekiyordu ancak olaylar buraya gelmişti işte.
Mahkeme beklediği kadar zorlu olmuştu Lianna için. Ancak bu
sayede Mason’ı daha çok tanımış ve ona yardımcı olmak istemişti. Mason’nın buna
yorumu hüzünlü bir surat ifadesiyle olmuştu.
“Carl-bilgisayar kurdu
çocuk- aynı şekilde bana yardımcı olmak istemişti. Sıra onda. Sonra da ben”
Sonunda mahkemeden tutuksuz yargılanmak üzere çıktıklarında
işleri daha yeni başlıyordu. Zira gelen telefonla Carl’ın yanına gitmeleri
gerekmişti. Mason’nın bir hamburgerci’de gördüğü öngörü ise hiç yardımcı
olmuyordu.
“Carl bilgisayarının sapıttığına dair mesaj atmış şimdi de
ulaşamıyorum.”
“Yangın! Patates kızarttıkları yerde gördüm… Neden tekrar
yangın? Asla aynı kaza olmamalıydı?”
Bölüm 4
“Acele et!”
“Sakin ol”
Taksiye çıkışan Mason’nın öfkesini yatıştırmak Lianna’ya
kalmıştı tekrar. Adam yerinde duramıyor gözleri yuvalarından çıkacak gibi
fırdıl fırdıldı. Lianna sonunda merak ettiği bu konuyu sorarak onu konuşturmayı
böylece sakinleştirmeyi ummuştu.
“Neden etrafına öyle bakıyorsun?”
Mason önce anlamamış gibi direk olarak kadının suratına
bakmış ardından dikleştirdiği sırtını taksi koltuğuna dayayıp sakalını kaşımaya
başladı.
“Bütün o silah bilgimi ve bedenimi eğitirken en çok buna
rasgeldim. Etrafı gözlemlemeyi, bulmaca çözmeyi öğrenmeliydim. Sonunda
alışkanlık oldu”
Lianna neden elinde bir şeyle devamlı oynadığını şimdi
anlamıştı Mason’nın. Bütün Dünya çözülmesi gereken bir bulmacayken etrafa
bakmak çok zor olmalıydı. Gözlerinde hüzünle avuç içi aydınlık elini adamın
omzuna götürdü. Anlayış dolu birkaç dakika boyunca şu süre boyunca görüştükleri
birkaç anıdan bahsetti. Kendisi hızlı bir şekilde sakinleştirebiliyordu Mason. Ancak
beklerken yapmak için dışarıdan müdahale gerektiğini öğrenmişti Lianna.
Dakikalar sonra istedikleri adrese gelmelerine yakın bir
zamanda Mason dört yıl önceki yangından bahsetmeye başladı. Tekrar aynı şeyin
olmaması gerektiğini işlerin böyle yürümediğini anlatıyordu. Lafını
bitirdiğinde istedikleri yere gelmişti taksi. Mason için ilk iş kafasını
kaldırmak olmuştu. Gerçekten yukarıda bir bulut demeti vardı. Ancak itfaiyeye
haber veren yok gibi görünüyordu.
Lianna hemen telefonuna sarılırken Mason binanın yan
tarafına koşmaya başladı. Yangın merdivenlerinden çıkmayı düşündüğü belliydi.
Bu sırada mırıldandığı son cümleleri duyan Lianna’da binaya girdi
“Yangın olmamalıydı tekrar”
Binaya ikisi de tırmanırken Lianna hangi kat olduğunu
aklında tutmaya çalışmıştı. Dördüncü kattı ve cadde tarafına bakan daire
olmalıydı. Mason ise nerede olduğunu bildiği camı kırmıştı bile. İçeri
girdiğinde Carl baygın bir şekilde yerde yatıyordu. Etrafta zaten düzgün bir
eşya yoktu. Dolayısıyla alev alan tek şey bilgisayar teçhizatıydı. Nasıl
olduğundan ziyade adamın hayatını kurtarmak için hamle yaptığında bilgisayarın
yanında bir tür elektroşok cihazı olduğunu fark etti. Bu yasadışı bilgisayar
korsancılığı yapanların polis gelmesi durumunda bilgisayarı bozmak için
kullandıkları bir eşyaydı ve kolay elde edilen bir şey değildi.
Carl kilosu boyuna nazaran oldukça fazla biri olduğu için
sırtına alamayacaktı. Ancak sürükleyerek çıkartmak için uğraşmaya başlamıştı
bile. Pencereye baktı ve kaldırmakla uğraşamayacağını çoktan biliyordu. Kapıya
yöneldi. Lianna’da o yönden gelecekti. Birbirlerine yardım edebilirlerdi. Zaten
sırasını salmıştı Lianna. Yoksa salmamış mıydı? Zaten tekrar yangın çıkmıştı.
Normalde aynı kaza ikinci sefere gerçekleşmezdi.
“Neler oluyor? Bu ölümün mantığına aykırı.”
Sonunda kapıya vardığında alevler mutfağa ulaşmıştı. Bu
kadar az eşyaya rağmen alevler tam olarak nereye gideceğini biliyor gibiydi.
Mason acı acı sıcaklığın kaynağını izledi yerdeki adamı sürüklerken. Ceketini
kafasına atmıştı böylece zehirli gazdan daha az etkilenecekti baygın adam.
Ancak bu sefer kendisi etkileniyordu. Yaraları iyi durumdaydı ancak yine de
bedenini zorlaması canının yanmasına neden oluyor tam gücünü kullanmasını
engelliyordu.
Sonunda mutfağa erişen alevlere baktı ve patlamayı önlemek için
bir şeyler yapmaya karar vermişti. Kapıyı açtı ve bağırdı
“Lianna!”
Kara tenli kadın bir kat aşağıda doğru daireyi arıyordu.
Hemen sese yöneldi. Ancak Mason daha merdivenleri tırmanırken kadınla konuşmaya
başlamıştı.
“Buradan çıksak bile patlamanın etkisi ona nasıl etki eder
bilmiyorum. Söndürmeliyim!”
Lianna bunu yapamayacağını çok tehlikeli olduğunu haykırsa
da Mason baygın adamı yere bırakıp kapıyı kapatmıştı bile. İçeride mutfağa
girmiş ağzını koluyla kapatmaya çalışıyor zehirli gazın ciğerlerine olan
yolcuğunu engellemeye çalışıyordu.
Mutfağa vardığında gözlerinin yakaladığı sahneyle bir
aydınlanma geldi. Gaz kaçağı vardı. Bu akdar eski bir evde normaldi. Tıpkı
elektrik kaçağı gibi. Sonra bulunduğu yere baktı. Carl sırasını salmıştı.
Kendisinden hemen önce ölmesi gereken adamı kurtardığı için artık sıra
kendisindeydi.
Ne yaparsa yapsın geldiği nokta burasıydı. Ne olursa olsun
ölecekti. Hepsi ölecekti. Sadece vakit kazandırıyordu Mason. Bunun farkındaydı.
Ancak başkalarına yardımcı olma isteği yüzünden kendi ölümünü unutmuştu. Kendi
sırasını unutmuştu.
Sonunda kabullendi. Bunun bir anlamı yoktu. İnsanlar ölürdü.
Tıpkı kendisi gibi…
Patlamaya karşılık siyah duman ve sıcaktan yanan gözlerini
bile kapatmadı. Her zaman yaptığı gibi meydan okuyordu. İlk öngörüyle, dört yıl
önce cadılar bayramında insanları uyarmaya çalışırken de meydan okumuştu.
Kurtaramadığı onca kişi için kendini eğitirken de meydan okumuştu. Şimdi
kurtardığı sadece 3 kişiden sonra da meydan okuyordu. O üç kişi kendisi için
yeterdi. Bir amaç vermişti kendisine ve amacını gerçekleştirmişti. Kendini
bırakmadı, daha ziyade bir hediye gibi sunuyordu bedenini. Çünkü sıra
kendisinindi.
Lianna ve Carl patlamadan dolayı kapının ardında oldukları
için zarar görmemişlerdi ancak bunun travmasını atlatmaları zor olacaktı. Ta ki
kendi sıraları gelene kadar.
Yorum Gönder