Kayıtlar devamlı olarak editlendiği için blog ismi böyle seçilmiştir ara sıra girip tekrar bakmanızı tavsiye ederim.

31 Ekim 2017 Salı

Son Durak 0 -Fanfic/özgün-

“İmdat!”
Kara tenli kadının çığlıkları yankılanıyordu tenha koridorda koşarken. Ayağında topuklu ayakkabı olduğu için rahat değildi. Üstündeki krem rengi elbisesine uygun olsun diye giydiği topukluları şimdi canını yakıyordu. Arkasına baktı göz ucuyla, peşindeki adam hala takip ediyordu.
“Neler oluyor?”
Kendi kendine sorduğu bu sorunun cevabı o kadar belirsizdi ki. Bir anda kendini bu ıssız binaya atmak zorunda kalmıştı. Peşindeki her kimse yaklaşıyordu. Sesini duyan yoktu zira dışarıdaki iş makinelerinin gürültüsü her yanı dolduruyordu.
Koşmaktan ziyade ayaklarındaki acıdan durdu bir merdivenin başında. Burası geniş bir boşluğa açılıyordu. Birkaç metre önünde ki cam mekanın içi diğer her yer gibi boştu. Kaçacak bir yer ararken bir gürültü koptu dışarıdan.
“Hayır!”

Dev bir metal topun yüzeyi göründü yıkılan moloz yığınlarının arasından. Oldukça yakındı. Ancak zarar verecek kadar değil. Yine de çığlığı koyuvermişti. Metal topun açtığı boşluğa bakıp camları hala yerinde olan odanın kapısına yaklaşmaya başladı.
Peşindeki adam sakalı belirgin, ince ve atletik bedeniyle az önce çıktığı merdivenlerin başında belirmişti. Merdivenleri ikişer üçer atlayarak çıktığı için hızını almak için bir an eğilmek zorunda kaldı. Bu sırada dev metal top bir kez daha aynı noktaya indirdi ağırlığını.
Duvarlarda kendi yolunu açan çatlaklar cam bölmeye kadar yarışıp her şeyi tuzla buz ederken kadında pencerelerin dibine çöktü gayri ihtiyari. Bir an sonra üstüne çöken karanlıkta tekrar çığlık attı.  Ancak duyduğu inlemeyle çığlığı gittikçe azalıp etrafına bakınmasına neden oldu. Üstüne pelerin gibi bir ceket giymişti adam. Deri ceket kadının üstünde olduğu için cam kırıklarından korumuştu kendisini.
Ancak adamın durumu kendisi kadar iyi değildi. Patlayan cam üstündeki beyaz gömleğe saplanmış ve kızıla bulamıştı giysiyi. Canı yandığı belliydi adamın ancak ciddi bir şey görünmüyordu. İnlemesine rağmen hareketleri dans edercesine çevikti. Kadının üstündeki ceketi biraz daha sararken konuşmaya başladı.
“Rahat dur! Açıklayacak vaktim yok, gidelim”
Kadın şaşkın gözlerle adamın kendisini sarmasına izin verirken onu daha önce korkutan nesneye baktı. Adamın omuzlarına takılmış deri kemerde bir tabanca vardı.
“İnsanları taşıdığı şeylerle yargılamamalısın”
Adam kendisini sürükler gibi çekiştirirken söylemişti bunları. Sözlerinde kinayeli bir hava olsa da suratı oldukça ciddiydi. Bir an sonra anlayamadığı bir şeyler bağıran adam kafasını tutup yere yatırdı kadını. Çığlık atmaya dahi vakit bulamayan kadın deri ceketin üstünden kendisine vuran moloz yığınlarını hissedebiliyordu. Metal top tekrar duvarlara abanıyordu. Bir başka inleme adamın canının kendisinden daha çok yandığını belirtti kendisine.
Ayağı kalkmaya çalıştığında ceketin beklediğinden daha ağır olduğunu fark etti o an. Başka türlü bunca şeyden koruyamazdı zaten narin bedenini. Ancak adam belli ki korumasız kalmıştı.
“Üzgünüm, beni korumaya çalıştığını fark etmemiştim”
“Hm, kimse etmez. Kafana takma, gidelim”
Kadın yönlendirildiği tarafa sürüklenmeye izin verdi adam tarafından. Önce merdivenlerden inip çıkışa yöneldiler hemen. Zaman zaman duvarların parçalanmasıyla titreyen zemin ile parçalanan binadan çıkmaya çalışıyorlardı. İçeri girdikleri kapı göründüğünde adam bağırdı
“Çabuk!”
Ancak kader takip ediyordu hareketlerini. Tam yaklaştıkları sırada kapının önüne doluşan taşlar hayranı olduğu ünlüyü görmüş fan kalabalığı kadar hızlı doldurmuştu çıkışı. Bunun üzerine adam kadını çekiştirmeye devam etti.
“Bu taraf…”
Söylemeye çalıştığı kelimeler öksürükleri arasında yarıda kaldı adamın. Etrafa doluşan toz hem görüş açısı hem de ciğerleri için kötü haberdi. Sonunda bir odaya attığı tekmeyle kilidi kıran adam içeri girip doğruca pencereye yöneldi. Kadın her gürültüde, her çatlayan duvarda çığlık atıyordu.
“Kaç kilosun sen?”
Kadın sorunun absürtlüğü karşısında ancak çığlığını kesebilmişti. Peşi sıra başına gelenler ise sorunun amacını ortaya koyuyordu. Adam kadını kucaklayıp pencereye fırlamıştı. Ancak yere düştüklerinde üzerinde sarılı ceket sayesinde zarar görmemişti kadın. Adamın beyaz gömleği iyiden iyiye kızıla dönmüş kot pantolonu ise moloz yığınlarından yükselen toz ile kaplanmıştı.
Öksürerek kadını uzaklaştırmaya çalışırken bir düdük sesi yükseldi. Üzerlerine koşan bir grup işçi belli ki kendilerini uyarmaya çalışıyorlardı. Kadın ne olduğunu anlamaya çalışırken adamın sinir krizi geçirir gibi etrafına baktığını gördü.
“Neler oluy-”
Bir anda üstüne çöken adam kendisiyle birlikte yerde yuvarlanmaya başladı. Sonunda durduklarında hala kafasına bastırıyordu kadının. Kadın ise yuvarlanırken dahi hissetmişti ne olduğunu. Duvarları taciz eden metal top her nasılsa yerinden çıkmış ve tam üstlerine düşmüştü. Eğer adam olmasaydı… Hayır bu kadar kötü bir sonucu düşünmek istemiyordu.
“Siz burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”
Öfkeli bir ustabaşı kendilerine yanaştığında hala metal topa bakıyordu gözleri.
“İçeri nasıl girdiniz?”
“Biz…gidiyoruz.”
Ustabaşı arkalarından küfür eşliğinde bir dizi kovucu kelime sarf ederken ana yola çıktılar. Kadın tam teşekkür etmek ve neler olup bittiğini sormak için ağzını açmıştı ki ana yolda bekleyen bir polis aracı frene asılıp durdu.
“Kımıldama!”
Kadının neler olup bittiğini anlaması bir saniyesini aldı.
“Durun! Sanırım benim aramam üzerine geldiniz. Ancak koşarken eşyalarım düştü ve…”
Duran polis aracını takip eden birkaç araç daha yaklaşıp sirenlerini çalmaya başladılar. Apar topar yakalanan adam ise direnmiyordu.
“Siz iyi misiniz bayan?”
“Ne? Ben…İyiyim ama sanırım bir yanlış anlaşılma oldu.”
“Hayır hanımefendi onu uzun zamandır kovalıyorduk. Siz ilk değilsiniz”
“Anlamıyorum.”
“Merak etmeyin artık güvendesiniz”
Polisin ağzından çıkan son kelimeye kaliteli bir kara mizahmış gibi güldü kelepçelenen adam. Ardından ekledi
“Şimdilik”
Kadın zar zor duyduğu bu tek kelimelik karşılık ile ürperdi. Peşinden polise hangi merkeze götürüldüğünü sordu. Polis ise şaşkın ve bir an önce bulundukları yerden ayrılmak ister gibi baktı kendisine.
“Neden bilmek istiyorsunuz?”
“Çünkü ben avukatım”
***
Bir sorgu odasında oturan adamın yaraları tedavi edilmiş bir şekilde bekliyordu. Kollarında ki sargı bezleri oldukça ciddi bir yaralanma belirtisi sermişti ortaya. Ancak üstü çıplak bedenindeki diğer kesik ve morluklar müdahale istemiyor olsa da hala belirgindi. Buna rağmen kelepçelenmiş adam kımıldamadan öylece oturuyor, kelepçenin zincirleriyle oynuyordu.
İçeri sarışın bir kadın girdi. Tek parça elbisesi açık maviydi ve görünüşü bir stajyer gibi olsa da yüz ifadesi yetkili biri olduğunu koyuyordu ortaya. Elinde bir dolu evrakla adamın karşısına oturdu.
“Merhaba Mason”
Adam homurdandı. Ancak bir şey söylemedi.
“Ben polis şefi Susan McGoyle. Elinden en az dört defa kaçtığın kişi.”
Bunu söylerken kullandığı ses tonu hem hoşnut olmadığını hem de etkilendiğini belirtiyordu. Zira önündeki dava alışık olmadığı türdendi.
“Genelde başkalarına zarar vermeye çalışan insanlarla uğraşırız ancak sen başkalarını zorla korumaya çalışıyorsun gibi görünüyor”
Mason kafasını hafifçe iki yana kafa salladı. Dudaklarının kıvrılmasına bakılırsa bu söylenenin ardındaki manadan ve polisin niyetinden hoşnut değil gibiydi.
“Sana yardım etmeye çalışıyorum Mason ancak böyle durduğun sürece bunu yapamam.”
Adam kelepçeleri zincirleriyle oynamayı bırakıp kafasını kaldırdı. Doğrudan polis şefinin gözlerinin içine bakıyordu. Sanki telepatik bir şekilde iletişim kurmak ister gibi bir süre gözlerinin elasıyla zeytin karası gözlerin buluşmasını bekledi. Sonra iç geçirerek tekrar kafasını indirip kelepçenin zincirleriyle oynamaya devam etti.
Başta biraz tereddüt etmişti polis şefi. Zira az önceki bakış hiçte normal değildi. Sanki ülkeler arası savaşları görmüş gibi bir ürperti yayıyordu. Ancak yılların deneyimiyle gözlerini kaçırmadan karşılık vermeyi başarmıştı. İçinde bulunduğu durumu mahkuma aşılayıp ağzından laf almak bilinen bir yöntemdi. Ancak bu adamda işe yaramamış, ve belli ki yaramayacaktı. Zira bu adam korkmuyordu.
Tam ağzını tekrar açmıştı ki içeri bir kadın girdi. Bugün kurtarılan kara tenli kadındı bu. Onu gören adam oldukça duygusuz bir şekilde kafasını kaldırıp bakmıştı. Bir kahraman gibi değildi kesinlikle. Aksine kadını bir daha görmek istemiyormuş gibi bir hoşnutsuzluk vardı suratında.
“Bayan Hines”
“Müvekkilimle yalnız konuşmak istiyorum”
“Avukat istemedim”
Sorgu odasına getirildiğinden beri ilk defa konuşmuştu Mason. Ancak kullandığı kelimeler odadaki iki kadın tarafından da beklenmeyen bir cümle olmuştu. Ancak polis şefi büyük bir iç çekiş ardından avukata izin verdi.
“Belki sen daha şanslı olursun”
Kapıdan çıkarken söylediği bu kelimelerle gerçekten samimi görünüyordu Mason’a karşı. Ancak Liana Hines buna takılmayacaktı. Üstünü değiştirmiş gri bir ceket ve pantolon ile beyaz bir gömlek giymişti. Odaya giren polis memurundan mahkumu özel görüşecekleri odaya almasını rica etti. Mason karşı koymadan denileni yaparken avukatın gözlerine baktı ve konuştu.
“Buraya gelmemeliydin”

Bölüm 2
Özel görüşme odasında karşı karşıya oturuyorlardı. Mason kelepçe zincirleriyle oynuyordu hala. Elbette silahı alınmıştı. Ancak giysileri geldiği şekilde duruyordu. Yolda moloz tozlarının bir kısmı dökülmüştü ancak yine de temiz değildiler.
Avukat ve müvekkil arasındaki mahremiyeti sağlamak açısından yeterli görünen oda da Mason ve Lianna oturuyordu öyle. Mason konuşmaya hevesli görünmüyordu belli ki. Bu yüzden beklemekten vazgeçen Lianna başladı konuşmaya
“Neden buraya gelmemem gerektiğini düşünüyorsun?”
“Sen sıranı saldın”
“Bu da ne demek?”
En azından karşılık vermişti
“Anlattıklarıma inanmayacak biriyle konuşacak bir şeyim yok. Ayrıca…”
Elini kelepçenin izin verdiği kadar kaldırıp avukatının karşılık vermek için açtığı ağzını kapatmasını bekledi ve devam etti.
“’şansını dene’ ve türevlerini belirtmene gerek yok Bayan Hines.”
İsmini hiç söylememişti ancak polis şefi kendisine seslendiği için bunu normal karşıladı.
“O zaman boşuna mı geldim yani?”
Mason omuz silkti. Bunun üzerine Lianna’da biraz daha geriye yaslanıp kollarını bağladı. Sonunda buraya gelirken olan biteni anlatarak ağzını aramaya karar verdi.
“Önce çantamı almaya çalıştın. Sonra çantadakiler yere dökülünce birden kanın çekildi”
Mason zincirlerle oynamayı kesti. Artık hiç kımıldamıyordu. Lianna doğru yolda olduğunu düşünüp inşaat sahasına girene kadar olanları anlatmaya devam etmeye karar verdi.
“Çantamdan dökülenlerde bir şey mi gördün? Zira beni çekiştirip her şeyden uzak tutmaya çalışıyor gibiydin. Bak garip bir şeyler dönüyor ve sen bunu çözmüşe benziyorsun.”
Mason kafasını kaldırdı. Bakıları her zamankinden daha sert olsa da gözlerinde bir şeyler değişmiş gibiydi. Sonunda derin bir iç çekip anlatmaya başladı.
“4 yıl önce bir yangın olmuştu. Cadılar bayramıydı. Bir adam evin yanacağını söyleyip kendini dışarı atmış bunu duyan birkaç komşuda kendisini izlemiş ve dışarı çıkmıştı.”
Lianna’nın gri gözleri büyüdü.
“Ben de onlardan biriydim. Sonra gaz kaçağından dolayı…”
“Evet her neyse sonra oradan çıkan herkes sırayla ölmeye başladı ve tam olarak yangının ilerlediği şekilde ölüyorlardı. Şimdiye kadar sadece bir kişiyi kurtardım, Carl. Ben en son öleceğim. Bu yüzden öngörüler bana geliyor. Kurtarılabilme ihtimalinden dolayı, neyse. Ben birini kurtardım ve biraz araştırma yaptım”
Lianna soluğunu tutmuştu. Yolda gelirken müvekkiline yardım edebilmek için çantasını bulan polis memurları sayesinde telefonundan internete girebilmiş ve bazı olaylara bakmıştı. Ancak bu bahsettiği olayın bağlantılı olabileceğini düşünmemişti. Sonuçta dinlediği şeyler bir dizi korkunç olayı anlatıyordu. Trafik kazası, uçak kazası, hız treni kazası…
“Sonuçta orada ölmesi gerekenleri kader takip ediyor ve buluyor. Ben ise bunu önleyebileceğimi çünkü bazı öngörüler alabildiğimi fark ettim.”
“Yani çantam döküldüğünde olan şey öngürü müydü?”
“Her neyse artık gitmen gerek.”
“Neden? Bırak sana yardımcı olayım”
“Bak senin sıranı atladı tamam mı? O yüzden git ve hayatını yaşa. Tekrar sıra sana geldiğinde hala yaşıyor olursam gelir seni kurtarırım. Zaten…zaten…”
“Ne oldu?”
Tekrar kafası düşmüştü Mason’nın. Ancak bu sefer yüzündeki pişmanlık okunuyordu. Sonunda dışarı çıkıp polis şefine gitmeye karar verdi. Bu adam hakkında daha fazla bilgiye sahip gibiydi kendisi.
Polis şefinin anlattıklarına bakılırsa sadece iki kişiyi kurtarabilmişti Mason. Ancak tekrar yanına gittiğinde adam konuşmayı reddediyordu. Sonunda gerekli evrakları hazırlayıp onu çıkartmaya karar vermişti. Zaten kimseye zarar vermemişti. Bu yüzden iyi halde dışarı çıkabilirdi.
Ancak işin asıl zorluğu ona eşyalarını verdikten sonra başladı. Mason polis merkezine getirilmiş bir oğlan çocuğuna bakıyordu. Çocuğun elinde oyuncak tabanca vardı. Tozları hala silkelenmesi gereken giysileri üstünde öylece durup sanki hipnotize olmuş gibi çocuğa bakmayı sürdürdü.
“Mason?”
“Telefonun var mı?”
Lianna önce tereddüt etti. Ancak peşi sıra gelen mucizevi olayları hatırladı. Dört yıl önce cadılar bayramında bir genç yangın çıkacağını bağırıyor kapıları yumrukluyordu. Kendisiyle birlikte birkaç kişi daha çocuğu yatıştırmak için dışarı çıkmıştı. Bu mahallede komşuluk yoktu. İnsanlar rahatsız edici sesler için birbirini şikayet etmek dışında sadece selam verirlerdi. Dolayısıyla bu genç bağırmaya başlayınca sadece birkaç kişi, içlerinden gelerek gerçekten bir şeyler yapmaya karar verdi. Lianna sonraki patlamadan ve bir ormanda bile daha yavaş yayılacak yangından böyle kurtulmuştu. Şimdi hiç tanışmadığı o genç karşısında telefonunu istiyordu.
O kısacık tereddüt anında aklından ölen ya da daha kötü hale bürünmüş insanları geçirdi telefonunu uzatırken. Mason’nun evrak işleri hallolurken ağzından neredeyse bıçakla aldığı birkaç kelime sıraları gelmediği için ölmeyen ancak bu yüzden acı çeken insanlar olduklarını söylüyordu o yangında. Ancak artık gitmişlerdi. Ruhları bedenlerinden ayrılmıştı.
“Bu yüzden sıra sendeydi ve izini bulmak kolaydı. Ancak şu an telefonum yok.”
Elbette basit bir rastlantı olamazdı karşılaşmaları. Mason bir numara tuşlamış ve birkaç kelime etmişti.
“Sıradaki kişi için öngörü geldi”
Telefonun markası konum atacak teknolojiye sahip olduğu için birkaç dokunmatik parmak hareketiyle bir sonraki gideceği yere varmak üzere hazırdı.
En azından küfür edene kadar Lianna böyle geçirmişti kafasından. Mason sert bakışlarını çevresinde gezdirirken Lianna’nın neredeyse soru işaretinde dönmüş bakışlarına çocuğun elindeki oyuncak tabancayı göstererek cevap verdi
“O burada. Vurulacak. Sonra benimle iki kişi kalacak.”

Bölüm 3
Etrafta koşturmadan önce Lianna’ya tabancayı vermişti
“Emniyeti açmak şu şekilde, mermiyi böyle kontrol ediyorsun ve tetiği çekerken parmağının ortasını değil ucunu kullan. Ancak tetiğe asılma hafifçe bastır.”
Birkaç kelime daha söylemişti ancak bunları uzaklaşırken bağırdığı için tam anlamamıştı. Bu yüzden Lianna elinde 9mm bir tabanca ile polis merkezinde öylece kalakalmıştı. Sonunda telefonuna bakmak aklına geldiğinde derin bir nefes alıp tabanca ile eline tıkıştırılan telefona baktı.
Gördüğü simayı hatırlıyordu. Yangında ki binada insanların “keş” diye adlandırıldığı biriydi. Madde bağımlılarına uygun bir yaftaydı bina sakinleri için. Bir an sonra telefonunda ki bu bilgilere kimin ulaştığını merak etti. Mason belli ki biriyle çalışıyordu. Ancak bunlar sonraki aşamaydı.
Lianna için gördüğü bir simayı bulmak kolay olmayacaktı bu kalabalıkta. Polis merkezinde elinde silahla gezmek ise çılgınlıktı. Ancak birinin hayatını kurtarma düşüncesiyle silahı çantasına saklamış ve etrafta amaçsızca gezmeye başlamıştı. Sonunda bir adamı tutmaya çalışan bir grup polise rasgeldiğinde beklediği sahnenin bu olduğunu düşündü. Adamı tanımıştı. Yıllar geçtikçe erimiş gitmişti sanki. Ancak krizden kaynaklanan deli kuvvetiyle polislerle başa çıkabiliyor gibiydi.
Gözleri Mason’u ararken ne yapabileceğini düşündü. Silahı vardı ancak Mason adamın vurulacağını söylemişti. Bu mantıklı gelmiyordu. Ne yapacaktı? Bu sırada Keş üstüne atlamış ve kendisini yakalamıştı.
“Yaklaşmayın!”
Bir anlık düşüncelere dalması sonucu durumun farkında olmayan Lianna rehin durumuna düşerken etrafındaki polislerde durumu kontrol altına almaya çalışıyor gibiydi.
“Sakin ol!”
Elinde herhangi bir silah bulunmamasına ve kollarının inceliğine rağmen kara tenli kadının boynunu kopartabilecek bir hırsla tutuyordu. Lianna ne yapacağını bilemezken olayların çok hızlı ilerlediğini ve diliyle iş yapan biri olduğundan fiziksel olarak yetersiz kaldığını aklından geçirdi ister istemez.
Bu sırada Mason’u gördü. Bir polis memuruyla tartışıyordu. Hayal meyal duyduğu birkaç kelimeden silahı istediğini anladı. Adamı vuracak mıydı? Neden silahla durdurulması gerektiğini düşünüyordu ki?
Keş kendisini bez bebek gibi savururken bir şeyler yapması gerektiğini hissediyordu. Pek çok suçlu ve masum görmüştü. Bu durumla başa çıkabilirdi. Fiziksel zayıflığı kendisini engellese de kafası hala çalışıyordu. Olaylar hızlı gelişmiş olsa da mahkeme salonlarından edindiği soğukkanlılığını çabucak kazanmış ve durumu kabullenerek düşünmeye başlamıştı. Gözleri Mason’nın bir şekilde eline aldığı tabancayla durdu. Artık sadece bedeni hareket etmişti. Bir anda ayağını kaldırıp Keş’in dizine indirince adam tökezlemiş ancak herhangi bir acı ibaresi göstermemişti. İçinde bulunduğu krizden dolayı bu şekilde olmalıydı. Ardından bir el tabanca sesi yankılandı.
Keş omzundan vurulmuş ve düşmüştü ancak polisler bu seferde Mason’nın üzerine atlamıştı. Mason tabancayı bırakacak gibi oldu ancak hemen sonra kendi omuzuna bastırdı metal namluyu. Lianna Mason’nın neden kendi omzunu vurmak isteyeceğini anlamamıştı ancak Mason üstündeki polislerin ağırlığıyla yere düşünce silah ikinci kere ateş aldı.
Her nasılsa anlamıştı. O bir anlık bakışmada düşünceleri birbirlerine ulaşmıştı sanki. Eğer yere düşerken silah elinden kaçarsa mermi Keş’e gelecekti. Belki sekerek belki direk olarak, ancak şu durumda böyle bir sıkıntı olmazdı.
Vurulan Keş’e ilk yardım uygulanırken Mason ve Lianna tekrar bir araya gelmişti. Kollarındaki inşaattan kalma yaralara şimdi de omuzunda ki mermi yarası eklenmişti Mason’nın.
“Ne yaptığını anladım”
Mason cevap vermedi. Ceketinin kenarlarıyla oynuyor kafasını eğmiş öylece duruyordu.
“Eğer kendini vurmasaydın yere düşen silahın ona geleceğini düşündün.”
Mason’nın ceketinin kenarlarıyla oynayan eli bir an durup kafasını kaldırdı.
“Ceketin içinde köpük var merminin omzuma girmesini engelledi”
Lianna ceketin kendisini korumasından normal olmadığını biliyordu. Şu durumda yapılan bu açıklamaya karşılık vermedi bu yüzden
“Ayrıca benim sıram değil. Yani ölmeyecektim”
Kara tenli kadın endişeli bir ifadeyle adama baktı. Aynı binada kaldıkları gerçeğini atlarsa daha kendisni 24 saattir bile tanımıyordu. Ancak şimdiden iki olay geçmişti başlarından. Ayrıca bu sefer onu polis merkezinden çıkartmak çok daha zor olacaktı. Nihayetinde bunu belirtti.
“Mason bir polis memurunun tabancasını aldın, zorla”
Adam kafasını eğip ceketinin kenarlarıyla oynamaya başladı tekrar. Parmakları bir müzik aleti çalıyor gibi hareket ediyor, sadece kendisinin duyabildiği bir şarkı söylüyordu sanki. Etrafına mümkün olduğunca bakmamaya çalıştığını fark etti Lianna. Ancak bunu soracak vakti yoktu çünkü Mason’ı çıkartıp sonraki ölümleri durdurmak istiyorsa yapacak çok işi vardı. Yine de son bir soru için vakti olduğuna karar verdi.
“Vurularak ölecek birini mermiyle durdurmaya çalıştığına inanamıyorum”
Mason ilk defa gülümsedi. Ancak acı bir gülümsemeydi yüzündeki. Ayrıca kafası eğik olduğu için pek belli olmuyordu. Yine de konuşması iyi bir şeydi
“İronik değil mi? Kaderi değiştirebilecek tek şeyin ironi olduğunu öğrenmem için pek çok kişinin ölümünü izlemek zorunda kaldım. Sırada 2 kişi var. Ben ve biri daha, ancak sonunda geldiğim nokta burası.” Kafasını kaldırdı ancak parmakları hala hareket ediyordu. Kırık gülümsemesini bozmadan devam etti.
“Eğer üstüne gidersen kader bunu eğlenceli buluyor ve daha fazla karışmıyor gibi hissediyorum. Eğer mevcut durumla ilgili bir şey yapmaz ya da üstüne gitmezsen daha fazla yük biniyor. Ayrıca öngörü sahibi olarak son sırada ben varım yani bir kişi için daha öngörü görmezsem kendim için endişelenmeme gerek yok.”
Kafasıyla mermi yüzünden morarmış omzuna işaret etti. Lianna bunu düşünmekten kendini alamadı. Onca evrak işi arasında ara sıra dalıp düşünceleri bu sözlere kayıyordu. Bu kabullenmişlik ve savaşma arzusunun karışımıydı bir şekilde. Nedense bu ikisini ayrı şeyler olarak düşünüştü ancak şimdi böyle biriyle uğraşıyordu işte. Ayrıca mahkemeye sunacağı rapor için kendisiyle konuştuğunda başka ilginç bilgilerde almıştı.
Mason dört yıl önceki cadılar bayramında çıkan yangından beri kendini eğitiyordu. Yangından kurtardığı bir bilgisayar kurduyla iş birliği yapmış ve pek çok alanda kursa gitmişti. Şu an bile yüzmeye gitmesi gerekiyordu ancak olaylar buraya gelmişti işte.
Mahkeme beklediği kadar zorlu olmuştu Lianna için. Ancak bu sayede Mason’ı daha çok tanımış ve ona yardımcı olmak istemişti. Mason’nın buna yorumu hüzünlü bir surat ifadesiyle olmuştu.
“Carl-bilgisayar kurdu çocuk- aynı şekilde bana yardımcı olmak istemişti. Sıra onda. Sonra da ben”
Sonunda mahkemeden tutuksuz yargılanmak üzere çıktıklarında işleri daha yeni başlıyordu. Zira gelen telefonla Carl’ın yanına gitmeleri gerekmişti. Mason’nın bir hamburgerci’de gördüğü öngörü ise hiç yardımcı olmuyordu.
“Carl bilgisayarının sapıttığına dair mesaj atmış şimdi de ulaşamıyorum.”
“Yangın! Patates kızarttıkları yerde gördüm… Neden tekrar yangın? Asla aynı kaza olmamalıydı?”

Bölüm 4
“Acele et!”
“Sakin ol”
Taksiye çıkışan Mason’nın öfkesini yatıştırmak Lianna’ya kalmıştı tekrar. Adam yerinde duramıyor gözleri yuvalarından çıkacak gibi fırdıl fırdıldı. Lianna sonunda merak ettiği bu konuyu sorarak onu konuşturmayı böylece sakinleştirmeyi ummuştu.
“Neden etrafına öyle bakıyorsun?”
Mason önce anlamamış gibi direk olarak kadının suratına bakmış ardından dikleştirdiği sırtını taksi koltuğuna dayayıp sakalını kaşımaya başladı.
“Bütün o silah bilgimi ve bedenimi eğitirken en çok buna rasgeldim. Etrafı gözlemlemeyi, bulmaca çözmeyi öğrenmeliydim. Sonunda alışkanlık oldu”
Lianna neden elinde bir şeyle devamlı oynadığını şimdi anlamıştı Mason’nın. Bütün Dünya çözülmesi gereken bir bulmacayken etrafa bakmak çok zor olmalıydı. Gözlerinde hüzünle avuç içi aydınlık elini adamın omzuna götürdü. Anlayış dolu birkaç dakika boyunca şu süre boyunca görüştükleri birkaç anıdan bahsetti. Kendisi hızlı bir şekilde sakinleştirebiliyordu Mason. Ancak beklerken yapmak için dışarıdan müdahale gerektiğini öğrenmişti Lianna.
Dakikalar sonra istedikleri adrese gelmelerine yakın bir zamanda Mason dört yıl önceki yangından bahsetmeye başladı. Tekrar aynı şeyin olmaması gerektiğini işlerin böyle yürümediğini anlatıyordu. Lafını bitirdiğinde istedikleri yere gelmişti taksi. Mason için ilk iş kafasını kaldırmak olmuştu. Gerçekten yukarıda bir bulut demeti vardı. Ancak itfaiyeye haber veren yok gibi görünüyordu.
Lianna hemen telefonuna sarılırken Mason binanın yan tarafına koşmaya başladı. Yangın merdivenlerinden çıkmayı düşündüğü belliydi. Bu sırada mırıldandığı son cümleleri duyan Lianna’da binaya girdi
“Yangın olmamalıydı tekrar”
Binaya ikisi de tırmanırken Lianna hangi kat olduğunu aklında tutmaya çalışmıştı. Dördüncü kattı ve cadde tarafına bakan daire olmalıydı. Mason ise nerede olduğunu bildiği camı kırmıştı bile. İçeri girdiğinde Carl baygın bir şekilde yerde yatıyordu. Etrafta zaten düzgün bir eşya yoktu. Dolayısıyla alev alan tek şey bilgisayar teçhizatıydı. Nasıl olduğundan ziyade adamın hayatını kurtarmak için hamle yaptığında bilgisayarın yanında bir tür elektroşok cihazı olduğunu fark etti. Bu yasadışı bilgisayar korsancılığı yapanların polis gelmesi durumunda bilgisayarı bozmak için kullandıkları bir eşyaydı ve kolay elde edilen bir şey değildi.
Carl kilosu boyuna nazaran oldukça fazla biri olduğu için sırtına alamayacaktı. Ancak sürükleyerek çıkartmak için uğraşmaya başlamıştı bile. Pencereye baktı ve kaldırmakla uğraşamayacağını çoktan biliyordu. Kapıya yöneldi. Lianna’da o yönden gelecekti. Birbirlerine yardım edebilirlerdi. Zaten sırasını salmıştı Lianna. Yoksa salmamış mıydı? Zaten tekrar yangın çıkmıştı. Normalde aynı kaza ikinci sefere gerçekleşmezdi.
“Neler oluyor? Bu ölümün mantığına aykırı.”
Sonunda kapıya vardığında alevler mutfağa ulaşmıştı. Bu kadar az eşyaya rağmen alevler tam olarak nereye gideceğini biliyor gibiydi. Mason acı acı sıcaklığın kaynağını izledi yerdeki adamı sürüklerken. Ceketini kafasına atmıştı böylece zehirli gazdan daha az etkilenecekti baygın adam. Ancak bu sefer kendisi etkileniyordu. Yaraları iyi durumdaydı ancak yine de bedenini zorlaması canının yanmasına neden oluyor tam gücünü kullanmasını engelliyordu.
Sonunda mutfağa erişen alevlere baktı ve patlamayı önlemek için bir şeyler yapmaya karar vermişti. Kapıyı açtı ve bağırdı
“Lianna!”
Kara tenli kadın bir kat aşağıda doğru daireyi arıyordu. Hemen sese yöneldi. Ancak Mason daha merdivenleri tırmanırken kadınla konuşmaya başlamıştı.
“Buradan çıksak bile patlamanın etkisi ona nasıl etki eder bilmiyorum. Söndürmeliyim!”
Lianna bunu yapamayacağını çok tehlikeli olduğunu haykırsa da Mason baygın adamı yere bırakıp kapıyı kapatmıştı bile. İçeride mutfağa girmiş ağzını koluyla kapatmaya çalışıyor zehirli gazın ciğerlerine olan yolcuğunu engellemeye çalışıyordu.
Mutfağa vardığında gözlerinin yakaladığı sahneyle bir aydınlanma geldi. Gaz kaçağı vardı. Bu akdar eski bir evde normaldi. Tıpkı elektrik kaçağı gibi. Sonra bulunduğu yere baktı. Carl sırasını salmıştı. Kendisinden hemen önce ölmesi gereken adamı kurtardığı için artık sıra kendisindeydi.
Ne yaparsa yapsın geldiği nokta burasıydı. Ne olursa olsun ölecekti. Hepsi ölecekti. Sadece vakit kazandırıyordu Mason. Bunun farkındaydı. Ancak başkalarına yardımcı olma isteği yüzünden kendi ölümünü unutmuştu. Kendi sırasını unutmuştu.
Sonunda kabullendi. Bunun bir anlamı yoktu. İnsanlar ölürdü. Tıpkı kendisi gibi…
Patlamaya karşılık siyah duman ve sıcaktan yanan gözlerini bile kapatmadı. Her zaman yaptığı gibi meydan okuyordu. İlk öngörüyle, dört yıl önce cadılar bayramında insanları uyarmaya çalışırken de meydan okumuştu. Kurtaramadığı onca kişi için kendini eğitirken de meydan okumuştu. Şimdi kurtardığı sadece 3 kişiden sonra da meydan okuyordu. O üç kişi kendisi için yeterdi. Bir amaç vermişti kendisine ve amacını gerçekleştirmişti. Kendini bırakmadı, daha ziyade bir hediye gibi sunuyordu bedenini. Çünkü sıra kendisinindi.
Lianna ve Carl patlamadan dolayı kapının ardında oldukları için zarar görmemişlerdi ancak bunun travmasını atlatmaları zor olacaktı. Ta ki kendi sıraları gelene kadar.