Kayıtlar devamlı olarak editlendiği için blog ismi böyle seçilmiştir ara sıra girip tekrar bakmanızı tavsiye ederim.

17 Ocak 2013 Perşembe

Survivor of the second world - Fanfiception 5/5

Hikaye 2013'te yazılmıştır. Ne kadar çok şeyin eksikliği olabileceğini ben bile kestiremiyorum:)

Hikaye öncesi not: Bu hikaye şu linkteki hikayenin bir ekstrasıdır.
http://forum.turkanime.tv/topic/3213-ff-survivors-in-the-second-world/
Orjinal senaryonun materyalleri ve karakterlerinin üstüne ekleme yapılarak yapılan ancak orjinal senaryodan tamamen bağımsız bir hikaye. Bir nevi anime movie :D
iyi okumalar

Edit: link ölmüş. Ancak silmiyorum ki hikayenin kaynağı belli olsun.
Edit 2: buldum ölü linki https://www.wattpad.com/story/45956777-hayatta-kalanlar-ve-yeni-d%C3%BCnya
Bu da wattpad hesabımdaki hali ama onda çizimler yok
https://www.wattpad.com/310014910-fanfiception-hayatta-kalanlar-ve-yeni-d%C3%BCnya-b%C3%B6l%C3%BCm



Bölüm 1

Amy endişeli bir şekilde volta atmaya başlamıştı. Böyle bir belayı hiç istemezdi ama görünüşe göre bodoslama dalması gerekecekti. Normalde bir yere girip etrafı kelimenin tam manasıyla dağıttığı birçok görev almış olmasına rağmen bunun diğer görevlerden farklı olarak güç seviyesi ve vakit darlığı canını sıkıyordu.

Karen, Yeşil Kan lakaplı bu askerin böyle endişeli olmasını anlayabiliyordu. Öğrencilerini korumak adına kendisini tehlikeye atması asil bir davranıştı. Hatta bu yüzden onunla birlikte bu işe kalkışmıştı. Ancak bu işte yalnız olmaları işin tehlikesini bir kat daha arttırıyordu. En azından pis işleri bilen güçlü biri daha kendileriyle olsaydı hiç olmazsa ne yapacaklarını bilirlerdi. Birden düşüncelerini sesli bir şekilde dile getirdi.

-Bu işleri bilen biri daha olsaydı...

Amy birden durdu ve yakışıklı çocuğa doğru döndü. Gözlerinde bir fikir, yüzünde bu fikrin getirdiği risklerin endişesi vardı. Sonra birden hayır manasında kafasını sallayarak bu riskleri alamayacağına karar verdi. Amy'nin dolgun kahverengi saçları çocukça sallanırken Karen devreye girmesi gerektiğini düşündü.

-Ne oldu?

Aslında saçma bir soruydu. Açıkça fikrini sormak yerine daha samimi bir yol seçmiş olsa da her türlü riski ve fikri açıkça değerlendirmeleri gerektiği aşikardı. Amy'ye doğru bir adım attı ve sıkacakmış gibi elini uzatarak onu cesaretlendirmek istedi.

"Bu nasıl bir fikir ki Yeşil Kan için bile dehşet verici olsun" diye düşündü.

Amy kötü anılarının depreştiğini saklamak ister gibi gözlerini sol alta doğru üzgünce kaydırdı ve "olmaz" dedi. Ancak Karen bütün sevimliliğini takınıp gülümseyerek ısrarına devam etti.

-Hadi ama ne kadar kötü olabilir ki...

Amy "tahmin bile edemezsin" manasında kafasını kaldırıp biraz da öfkeli bir şekilde Karen'ın gözlerinin içine baktı.


-Aklımda biri var ama o...Öngörülemez
-Şu an işin bu kısmına gelene kadar yeterince problemimiz olduğunu düşünüyorum.

Pek çok problemleri olduğu doğruydu ancak en önemli sorun en ileri teknoloji ve ya en güçlü yetenekle bile çözülemeyecek kadar mutlaktı. Zaman
Rotalarından şaşmak bir yana en fazla yol üstünde ki yakın bir yere uğrayabilirlerdi. Karen bunu bilmese de Amy bu ısrarın süreceğini anlamıştı ve bu yüzden yaşadığı anılardan sıyrılıp 180 derecelik bir dönüş yaparak karşılık verdi.

-Hah, öyle mi Bay Ukala? Kim olduğunu duyunca da bu kadar iğneleyici olabilecek misiniz acaba?

Karen kendisini en kötüsüne hazırlayıp ısrarını sürdürdü, alaycı bir tonla devam etti.

-Baş edebileceğime emi-

Amy Karen'ın cümlesini tamamlamasına izin vermeden damdan düşer gibi o iki kelimelik kod adı söyledi. Karen bir an donakaldı.

-S-sen...ciddi misin?

Amy alaycı tavrı kaybolan delikanlıya onun gibi iğneleyici bir karşılık vermek için ağzını açtı. Ancak durumun ehemmiyeti karşısında vazgeçti.
Karen sersemliği geçinceye kadar öylece kaldı. Kendisini en kötüye hazırlamasına rağmen bu kadar kötü bir ihtimal beklemiyordu. Sonra seçeneklerin zaten bu kadar riskli olacağını yavaşça kabullendikten sonra ciddi bir ifadeyle boğazını temizleyerek devam etti.

-Onu nereden tanıyorsun?
-Onu yakalamam için beni ve öğrencilerimi göndermişlerdi.

Karen Amy'nin karışık duygular içinde olduğunu görebiliyordu. Nedenini anlamamıştı. Böyle birini yardım isteyecek kadar tanımasına rağmen ondan ödü koptuğu da açıktı. Ama neden? Gerçi şu durumda seçenekleri de yoktu. Ona gideceklerdi.

***

Loş koridorda ilerlerken Amy nasıl ikna olduğunu düşünüyordu. Aslında fikir de kendisinden çıkmıştı ama bu kadar umutsuz olduklarını düşünmemişti. Büyükçe bir metal kapının önünde durup bakıştılar. İkisi de birbirlerine "Bundan emin misin?" der gibi bakıyorlardı. Sonunda Karen "başka şansımız yok" demek istercesine bakarak kapıya yaklaştı. Kapıdaki yazılım bir bayan sesi kullanarak konuşmaya başladı:

-Kendinizi tanıtın.

Amy tane tane ama yüksek sesle cevap verdi "Yeşil Kan, kod 625740"
Kapı ağır ağır açılmaya başladı. Çalışan dişlilerin ve pistonların sesleri kesilince kapı ikisinin geçeceği kadar açılmış ve kapının ardında kendilerini karşılayan muhafız gözükmüştü. Muhafız, üzerinde üniformadan ziyade can yeleğine benzer bir giysi giyiyordu.

-İyi günler Yeşil Kan, bugün sizinle ben ilgileneceğim. Adım Shocho, bu taraftan lütfen.

Muhafız gösterdiği yoldan ilerlemeye başlayınca Amy ve Karen da onu takip etmeye başladılar. Muhafız geldikleri yola göre daha aydınlık olan bu koridorda ilerlerken gerekli bir bilgiden ziyade bıkkın bir alışkanlıkla bulundukları yer hakkında bilgi vermeye başladı.

-Submerge Hapishanesi'ne hoş geldiniz. Bu hapishane özel yetenekleri olanlar için üretilen dört hapishaneden biridir. Normal hapishanelerin tutamayacağı basit bir binadan ziyade çevresel etkenlerle korunan bir mekana inşa edilmiştir...

Bu sırada ellerinde bir tür giysi bulunduran bir dizi muhafıza rastladılar. Karen ne yapacağından pek emin olmadığı için Amy'i izlemeye başladı. Amy bunlardan birini alıp üzerinden geçirerek üstüne oturttu.Karen da aynı şekilde bu anlamlandıramadığı can yeleğine benzer giysiyi giydi. Muhafızı takip etmeye başladılar ve büyükçe bir dairenin ortasına gelip durdular. Muhafız bir düğmeye basarak bulundukları yeri harekete geçirirken devam etti.

-Bu hapishanenin özelliği su altına inşa edilmesidir...

Muhafız konuşurken önlerinde bir cam, arkalarında ise kayalar belirdi. Üstünde durdukları yarım daire şeklinde platformun ön yarısı suya bakarken arka tarafı asfalt yol kadar düz bir şekilde inşaa edilmişti. Denizin derinliklerine inerlerken ışığın azalmasıyla artan ışıklandırmalar eşliğinde muhafız konuşmaya devam ediyordu
.
-En derin yeri yaklaşık 6.000 metre derinlikte olan bu hapishanede suçlular güç seviyelerine göre belli derinlikteki hücrelere yerleştirilirler.

Karen asansörün üstüne yazan kırmızı sayılara bakarak sesli bir şekilde okumaya başladı "1000...1100..." Bunun üzerine muhafız durumu açıkladı:.

-Kaç metre derinliğe indiğimizi gösteriyor.
-Bir su altı hapishanesi demek?
-Evet, hücreler sadece basınca dayanabilecek kadar sert yapılmıştır. Böylece suçluların uslu durmasını da sağlıyor.
-Biraz acımasızca gibi

Amy dalgınca söze karıştı.

-Buraya düşecek kadar kötü bir şey yaptıysan değil

Amy bir an aşırı tepki verdiğini düşünüp ve öyle demek istemediğini belirtmek için Karen'a baktı. Ancak Karen bundan pek rahatsızlık duymuş gibi görünmüyordu. Bunun üzerine Amy "Acaba çok mu sessiz söyledim?" diye düşünürken muhafız devam etti
.
-Buradaki tek savunma suyun basıncı değil. Ayrıca buradaki zemin çok kaygandır ve devamlı dönemeçler oluşur. Basınca dayanabilseniz bile, bu anaforlardan birine kapılırsanız kesinlikle boğulursunuz.

Karen muhafızların üniformalarındaki espiriyi çözdüğünü düşünmeye başlamıştı. Muhafız bunu anlamış gibi üniformaları açıklamaya girişti.

-Bu giysileri giymemizin nedeni bu. Şu ipi çekince kafamızı 4 saat dayanabilecek havayla kaplı bir kask kaplar ve yelek şişerek giyen kişiyi su yüzeyine çıkartır

Birkaç dakika sonra 6000 metreye inmişlerdi. Önce önlerinde ki girecekleri koridor ve üstünde durdukları asansörün arasında kalan boşluğu dolduran bir dizi olay gerçekleşmeye başladı.
Dev bir tür vakumun gelip cama yapışarak aradaki suyu dışarı vermesi ile devam eden süreç önlerinde ki camın market kapıları gibi otomatik bir şekilde açılmasıyla son buldu. Girdikleri koridor yapı olarak duvarların sağlamlığı dışında yukarıdaki koridordan farklı değildi. Ancak nerede olduğunun bilinciyle bir süre ilerleyince Karen klostorofobik hissetmeye başlamıştı.

-Daha ilerleyecek miyiz?
-Maalesef Yeşil Kan'ın söylediği koddaki mahkum için ekstra önlemlere ihtiyaç duyduk

Muhafız bunu söylerken herhangi bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşuyordu, ancak dikkatli bakınca yüzündeki endişe ve öfke onu ele veriyordu. Bir süre daha ilerleyince büyükçe çember şeklinde bir kapının kilidini açtı. Büyük metal bir kapıydı, daha doğrusu bir kapıdan ziyade banka kasalarını andırıyordu. Kapı ağır ağır açılınca muhafız resmi bir şekilde yolu gösterip söyleyeceklerini en aza indirdi

-Buyrun

***

Karen muhafızın yüzündeki kapıyı bir an önce kapatma isteğini görebiliyordu. Nasıl bir canavarla karşılaşmak üzereydiler acaba?
İçeri giren çift hemen sonra soldaki parmaklıkların önünde durdular. İçeride ki her ne idiyse bir şeyler yiyordu. Çıkan sesler ve karanlığın içindeki silüetin hareketleri bir insandan ziyade belgesellerde gördüğümüz aslanların koca bir geyiği yemesine benziyordu.

Odadaki tek ses parmaklıkların ardındaki adamdan geliyordu. Karen bir şey söyleme ihtiyacı hissederek Amy'ye baktı ancak Amy'nin konsantre olur gibi bir hali vardı. Sanki dövüşecek gibiydi. Birden parmaklıklar ardındaki silüet yemek yemenin verdiği rahatlıkla bir "oh" çekti ve arkasını dönüp büyükçe, daha doğrusu dev gibi bir tası kenarından tutup tek eliyle havaya kaldırdı ve olduğu yere oturup arkasına yaslanarak konuştu.

-Hoş geldin, Yeşil Kan

Sesi oldukça tok ve kalın olmasına rağmen içinde kendini belli eden bir nezaket vardı. Elindeki tası kafasına dikerek içindeki su ile boğazını ıslatmaya başlayınca Amy cevap verdi:

-Hoş bulduk, Tiz Çığlık.

O iki kelime, sahibi gerçekten de parmaklıklar ardındaki bu silüete mi aitti? Tiz Çığlık neredeyse efsane olmuş bir Sekonder olarak duyulmuştu. Onu gördüğünü iddia edenler 4-5 metrelik bir canavar olduğunu söyleyerek söze başlarlardı...

-...ve bize saldırdı! Ne olduğunu anlamadım bile; bir an için ateş ediyorduk, bir an sonra yanımdaki arkadaşımı kafasından tutup tek eliyle havaya kaldırmıştı...
-...üzerine lanet olası bir roket attım. Roket diyorum! Ama o herifin tek yaptığı ellerini birbirine vurmak ve BAM!...
-...Bu dürbünü görüyor musun? Bununla 10 km ötedeki sineği bile görebilirim. Ama patron bir anda başının sönmeye başladığını söylediğinde, lanet olası hiç kimse yoktu, hiç kimse! Neden onun peşinden gittik ki...
-...Bandon Ovası'nı bilir misin? Tch, tabi ki böyle bileceksin. O canavar oraya gidene kadar orası tepelerle çevrili askeri bir üstü. Ama şimdi sadece lanet olası bir düzlük!...

Silüetin elindeki tası sertçe yere bırakmasıyla kendine gelen Karen irkilip silüete baktı. Karanlıktan tam belli olmasada bedeni seçilebiliyordu ancak gülüşü çok netti. Bu gülüşte değişik bir şey vardı. Karen buna bir isim vermekte zorlanıyordu ama illa tanımlaması gerekse "her zaman gülen biri" diyeceğine karar verdi.


 Silüet oturduğu yere biraz daha kurulup devam etti

-Ee, bu sefer kim hakkında bilgi istiyorsun?

Silüet konuşurken her zaman gülümsüyordu. Sanki durumdan zevk alır gibi bir hali vardı. Amy, hiç duraksamadan cevap verdi.

-Bu sefer seni istiyorum

Silüet hafif bir kahkaha atarak karşılık verdi. Kahkahası beklenilenden daha yumuşak çıkmıştı ancak sesi tokluğundan hiçbir şey kaybetmemişti.

-Gurur duydum Yeşil Kan. Ama sanırım haklısın o kadar iş arkadaşlığı arasında hiç kendimizden söz etmedik değil mi? Neyse anlaşma anlaşmadır. Ne bilmek istiyorsun?
-Bu sefer sana aktif olarak ihtiyacım var.
-Aktif derken?
-Dışarıda.

Silüetin bu sefer attığı kahkaha bütün koridoru inletmişti.

-Bu kadar iyi espiri anlayışın olacağını hiç düşünmemiştim Yeşil Kan. Ama sanırım sizi burada uzun süre tutmazlar değil mi? Bence artık konuya...

Bir anda durdu. Kafasını hafifçe öne eğdi, gülümseyişi gitmemiş ancak sesinde bir şeyler değişmişti. Hafifçe karşılık verdi "sen...ciddimisin?" Amy cevap vermemiş, yanağında oluşan bir damla tere bakılırsa konsantrasyonunu en üst seviyede tutmaya çalışıyordu.
Silüet birkaç saniye öyle durduktan sonra birden "ben kimim Yeşil kan..." dedi ve ayağa kalktı. Kalkmasından aldığı ivmeyle parmaklıklara doğru yürümeye başlamıştı bile.
Karen sorunun amacını tam kavrayamamış bu yüzden Amy'e bakıyordu, Amy'nin tek verdiği tepki az öncekinden biraz daha belirgin bir şekilde dövüş pozisyonu almasıydı. Silüet bir yandan konuşuyor bir yandan da yavaşça parmaklıklara yürüyordu

-Bandon'da ki askeri üssü kim yok etti?

Silüet yürüdükçe içeriye vuran ışık yavaş yavaş gülümsemesinden başka hiçbir yeri belli olmayan bedenini ortaya çıkartıyordu. Ama Karen'ı asıl endişelendiren şey karanlıkta belli olmayan bir şeyin sesiydi. Birbirine çarpan metal sesi. Görünmemesine rağmen sesin tokluğu insanda kaçma isteği uyandırıyordu. Bu sırada silüet konuşmaya devam ediyordu.

-Ya o Nori şerefsizinin kalesini tuzla buz eden kimdi?

Silüetin beline kadar ışık vurmasıyla Karen'ın gözleri fal taşı olmuştu. "bu...bu zincirde ne böyle...gemi zinciri bile ufak kalır" Silüet yürüdükçe heybetide ortaya çıkıyor, sesi de yükseliyordu. Silüet bir an durup derin bir nefes alırken hafifçe eğildi ve zıplamak ister gibi bir pozisyonda durdu.

-Peki ya beni yakalamaya geldiğin görev...!!!

Bir anda parmaklıkların dibinde ortaya çıkarak cümlesini tamamladı.

-Onuda mı unuttun ha!!? YEŞİL KAN!!!!

Kafasını parmaklığa vururken söylediği bu son iki kelime Amy'nin bir adım geriye çekilmesiyle artık tam anlamıyla dövüş pozisyonu almasına yol açtı. Karen de refleks olarak dövüş pozisyonu almıştı. Adam gerçekten de 4-5 metre gibi duruyordu. Kaslı yapısı ve cüssesine bakarak "daha bile büyük olabilir" diye düşündü Karen.
"Bu adam sadece boynuyla bir adam öldürebilir"
Adamın peşinden zincirlerin gerilme sesi duyuldu ve yankılanmaya başladı. Aslında herhangi bir saldırıda burasının yerle bir olacağını ve sular altında kaldıklarında üzerilerinde ki donanım sayesinde kimin yaşayıp kimin boğulacağı da belliydi. Tiz Çığlık yarı çıplaktı. O parmaklıkları geçmek için gereken güce sahipse bile bu kendilerine ulaşması için parmaklıkları geçmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Ortamda hala silüet olmaktan çıkmış bu adamın son kelimelerinin verdiği hava hakimdi. Karen niyet olarak saldırmakla kaçmak arasında gidip geliyordu.
Birden Amy bir karar almış gibi duruşunu değiştirdi ve yeniden dik bir şekilde bütün öz güveniyle parmaklıklara kafasını dayamış bir şekilde duran adamın sadece beyazı gözüken gözlerine baktı. Yüzündeki gülümseme hiç değişmemesine rağmen ortamdaki havadan dolayı gördüğü en deli gülüşlerden biri gibi görünüyordu.

-Hayır unutmadım

Adam alnı parmaklıklarda kalmak suretiyle başını hafifçe çevirdi ve bağırmaya devam etti.

-Öyleyse beni gerçekten dışarıya çıkartmakta neyin nesi ha!?

Amy öz güvenden dolayı mı yoksa gerçekten sinirlendiği için mi olduğu belli olmayacak şekilde kaşlarını çatmıştı.

-Çünkü bana lazımsın. Bu görev için...
-Demek illa sen diyorsun?

Adam kafasını aynı açıyla diğer tarafa hafifçe çevirerek sormuştu bunu. Amy sadece kafasını evet manasında hareket ettirdi. Bunun üzerine Tiz Çığlık kafasını aşağı indirdi ve arkasını dönerken bir eliyle de hapishanede kalmaktan pislenmiş saçlarını düzeltti. Bir adım hücrenin içine doğru adım attıktan sonra sadece kafasını çevirerek kısık ama duyulabilecek bir sesle konuştu "hıh...aaah Amy, Nasıl bir belaya bulaştın böyle?" Karen bu olanlara anlam vermeye çalışırken Adamda hücrenin içine doğru yürümeye devam başladı. Kalktığı yere gelince kafasını gülüşü görünecek kadar çevirip cevabını verdi. Bu cevap pek beklenmeyen bir karşılıktı

-Reddediyorum

***

Amy onunla karşılaşınca ne demesi gerektiğini kafasında tartıyordu. Normalde hapisteki birine dışarısını vaat ettiğin takdirde balıklama atlardı, ancak söz konusu normal biri değildi. Hem kendisine muhtaç olmadıklarını belirtip hem de öyle biriyle nasıl pazarlık yapacaktı ki? Bu adam hayattaki amacını tamamlamış olarak bakıyor ki zaten bu yüzden yakalandı. Aslında bilerek yakalanmak için başka bir tabir var ancak bunu kendisi bile kabul etmiyordu. Yine de bu kadar süre sonra dışarısı da cazip geliyor olabilirdi. "üff ne yapacağım ben..." derken dairesel kapı açılmaya başladı.

-Buyrun

Amy bir an irkildi. Banka kasasını anımsatan kapıya gelmişlerdi bile. En son asansörde olduklarını hatırlıyordu. "Sanırım ne söyleyeceğime dalmışım" dedi kendi kendine. İçeri girip soldaki parmaklıkların önünde durdu. Önce her zamanki gibi oturmayı düşündü ama konuşacakları şeyin ciddiyetinden ötürü ayakta kalmayı tercih etti. Tiz Çığlık lakaplı adam yemek yiyordu. Nasıl bir giriş yapmalıydı? Amy buraya daha önce geldiği zamanları düşünmeye başladı.

***


-Yeraltı organizasyonu mu?

Sargılar içindeki askere yöneltilen bu cümle sorudan ziyade onaylama istiyordu.

-Evet efendim
Sesin sahibi derin bir iç çekerek devam etti.

-Öyleyse bu adamı konuşturmamız gerek
-Efendim izin verirseniz...
-Evet?
-Efendim ona ihtiyacımız olduğundan emin misiniz?
-Orayı yıkan kişi oydu değil mi? Onu sorgulamaktan mı korkuyorsun Yeşil Kan?

Amy bu soruyu beklemiyordu. Dürüst olmak gerekirse onunla bir daha karşılaşmak istemezdi. Her ne kadar teslim de olsa o bir canavardı. Evet canavar. Ama anlaşılan kendinden başka bunu yapabilecek biri yoktu.

-Emredersiniz General Merda

Canavarın yetenekleri göz önüne alındığında su altı hapishanesi uygun görülmüştü. Amy parmaklıklar ardındaki canavara baktı. Canavar her zamanki gibi gülümsüyordu. Amy işi çabucak bitirmek için sabırsızca konuşmaya başladı

-Taroyu öldürdüğün yerde bir sandık vardı...
-Kolun nasıl?
-O...ne?
-Kolun diyorum.

Bağlı ellerini hafifçe hareket ettirince dev zincirlerin tok çarpışma sesi yankılanmaya başladı. Yankılanma susunca devam etti.

-Başkalarını korumak için o kolundan oluyordun. Bu yüzden merak ettim?

Amy sinirli bir şekilde canavara baktı. Ancak gözlerinde gerçekten de masum bir endişe vardı. Yüzündeki gülüşe rağmen gözleri özür diler gibiydi.

-İ...iyileşecek
-İyileşeceğini biliyorum. Sen güçlü bir kızsın. Ama asıl sorma nedenim başka...
-Sen...neden?
-Bu zamanda başkaları için kendini feda eden birine rastlamak zor.
-............

Canavar biraz daha büyük bir gülümsemeyle karşılık verip devam etti

-Yeşil Kan, bir şey sorabilir miyim?

Amy önce itiraz etmeyi ve sorgunun gidişatını kontrol etmeyi düşündü. Ancak öğrencisini korumak için o saldırının önüne atladığından beri canavarda bir değişiklik vardı. Kendisinin de bu değişiklikten doğan samimiyete kapıldığını hissediyordu. "Belki de akışına bırakmalıyım hem o zaman daha kolay olur" diye düşündü. Aslında bu saçmaydı. Eğer iyi polisi oynayacaksa bir de kötü polis gerekiyordu. Aklından ne geçiyordu öyle?

-Evet sor
-Neden onu korudun?
-Neden mi?
-Evet
-Çünkü o benim öğrencim
-Tek nedeni bu mu?
-Neden başka bir şeye ihtiyacım olsun ki?
-O öğrencin sizi tehlikeye sürekledi. Emirleri dinlemedi ve onun yüzünden az daha ölüyordunuz. Ama buna rağmen onu korumak uğruna kendi canından vazgeçebiliyorsun.
-Sadece kolumdan...
-Hayır Yeşil Kan, sen ortaya hayatını koymuştun. İnan bana bunun ne olduğunu bilecek kadar ölümün kıyısına geldim.

Son kelimeleri söylerken kafasıyla göğsündeki sargıyı gösterdi. Özensizce sarılmış bir sargı olduğu kanın bezin üstüne kadar çıkmasından anlaşılıyordu. Yara kalbinin üstünden karaciğerine kadar uzanan bir yarık gibiydi. Gerçi bundan şikayet eder gibi bir hali varmış gibi de görünmüyordu.

İkisi de bir süre sustular. Amy sorgunun devam etmesi gerektiğini düşündü. Ancak böyle bir konuşmada konuyu oraya nasıl getireceğini bilmiyordu. "Evet öğrencilerimi korudum ne güzel değil mi? Hadi bizi neredeyse öldürmeden önce dümdüz ettiğin Taronun mekanını ve oradaki sandığı konuşsak?" Amy kafasını "saçmalama" manasında sallamak istedi. Ama bu durumda aptal hareketlerin manası yoktu. Zaten neden konuyu oraya getirme ihtiyacı hissediyordu ki? Burada sorgulayan kendisi ve sorgulanan o idi!

-Taroyu öldürdüğün yerde...
-Sandık boştu.
-...bir sandı...ne!?
-Sandık boştu bende sincaplara verdim
-Ne? sen...ne?
-Hani o dağdaki sincaplar var ya...

Amy neden bahsettiğini anlamıştı. Ama nedenini kavrayamamıştı. Gerçi ihtiyacı da yoktu. Üslerinin boş bir sandığı ne yapacağı da ayrı bir davaydı zaten. Ancak şimdi istediği şeyi öğrenmişti. Bir dakika ya yalan söylüyorsa?

-Peki ben bunun doğru olduğunu...
-Adın ne?
-...nereden bilecem?

Amy soruyu duymamazlıktan gelmişti ama parmaklıklar ardında ki adamın samimi ifadesi çok inandırıcıydı. Ya da gerçekten samimiydi. Cevap gelmeyince tekrar ona uymaya karar verdi

-Birine adı sorulmadan önce kendini tanıtmalısın
-Hahahahahah doğru ya, üzgünüm. Benim adım Koe, Gurutto Koe.
-A-Amy
-Memnun oldum Amy. Gerçeği öğrenmek için sana onu kolayca nasıl alacağını söyleyeceğim öyle ki normal bir insan bile alabilir...

***

"Hoşgeldin Yeşil kan" Amy lakabının söylenmesiyle geçmişten sıyrıldı. Aslında başka şartlarda arkadaş bile olabilirlerdi. Ya da bu şartlara rağmen arkadaştılar zaten. Çokta düşünmesine gerek yoktu bodoslama söyleyecekti işte.

-Ee, bu sefer kim hakkında bilgi istiyorsun?

Bir an yer altı dünyası ile ilgili sorduğu her şeyi cevapladığı aklına geldi. tek yapması gereken "bu sefer Ronin i istiyorum" gibi bir şey demekti

-Bu sefer seni istiyorum

Tiz çığlık lakabından beklenmedik derecede yumuşak bir kahkaha atarken Amy de söylediği şeyin ne kadar saçma olduğunu düşündü. "uf! Saçmaladım..." Gerçi bu sayede konuşup arkadaş olmuşlardı.

-Gurur duydum Yeşil Kan. Ama sanırım haklısın o kadar iş arkadaşlığı arasında kendimizden pek söz etmedik değil mi? Neyse anlaşma anlaşmadır. Ne bilmek istiyorsun?

Nasılsa konuşma kendiliğinden ilerleyecek

-Bu sefer sana aktif olarak ihtiyacım var
-Aktif derken?
-Dışarıda

Bu sefer gelen kahkaha Amy'e ciddiye alınmadığını açık açık hissettirmişti. Bunun üzerine Amy biraz kızmış ve öfkesini de kullanarak takınabildiği en ciddi ifadeyi takınarak yüzüne oturtmuştu. Kahkaha bir süre sonra kesilince artık kesin olarak ciddileştiklerini düşündü. Bu ciddiyeti korumalıydı. Bir anda beklenmeyen şeyler sorabilirdi. Onunla olan bu az muhabbetine dayanarak her ihtimale karşı beklemeye koyuldu. Öyle yoğun konsantre olmuştu ki hafifçe terlemeye bile başlamıştı.

-Sen...ciddimisin?

Amy duruşunu hiç bozmamaya karar verdi. Konunun değişmesini istemiyordu. Eğer geyik muhabbeti dönecekse dışarıda da yapabilirlerdi.

-Ben kimim Yeşil Kan...

"işte abuksubuk bir soru" diye düşündü Yeşil Kan lakaplı asker. Ama istemeden de olsa onun hakkında okuduğu raporlar aklına gelmeye başladı. Boston, Bahawa, Bandon...

-Bandon'da ki askeri üssü kim yok etti?

Amy bir an aklı okunmuş gibi dehşete düştü.

-Ya o Nori şerefsizinin kalesini tuzla buz eden kimdi!?

Her seferinde sesi yükselen adam artık şimdiye kadar konuştuğu ve bir nebze arkadaş olduğu adamdan ilk karşılaştığı canavara dönüşüyor gibiydi.

-Peki ya beni yakalamaya geldiğin görev...!!!

Amy bir an parmaklıkları kıracağına kanaat getirip dövüşme pozisyonu aldı

-Onuda mı unuttun ha!!? YEŞİL KAN!!!!

Tiz çığlığın boyunun 205 cm olduğunu bildiği halde şu an gözüne 4-5 metre gibi görünmesini engelleyemiyordu. İşte ilk karşılaştığı canavar karşısındaydı.
Bir an kaçmayı düşündü. Bu zaten kötü bir fikirdi. Zaten nasıl ikna olmuştu ki? Şimdi kaçıp bir daha buraya hiç gelmemek istiyordu. Sonra Karenla göz göze geldi. O da benzer bir kaçma niyetinde gibiydi ama kaçmıyordu. Dehşete düşmesine rağmen buradaydı ve kaçmak istemesine rağmen bunu yapmıyordu. Amy o an kararını verdi. "Buraya kadar geldim sonunu getirmeliyim" Sırtını dikleştirdi ve bütün öz güveniyle ciddi bir şekilde cevap verdi.

-Hayır unutmadım
-Öyleyse beni gerçekten dışarıya çıkartmakta neyin nesi ha!?

Amy işi sonuna kadar götürecekti

-Çünkü bana lazımsın. Bu görev için...
-Demek illa sen diyorsun?

Amy "anlaşılan beni konuşturmayacak" diye düşünüp tek kaşını hafifçe kaldırıp indirdi. Sonra kafasını bir sefer olmak üzere kendinden emin bir şekilde evet manasında salladı. Adamdan bir çıkış daha bekliyordu ama beklediği çıkış gelmedi. Onun yerine arkasını dönen canavardan çok babacan bir iç çekme sesi duyuldu. Arkadaşı...Hayır kardeşi hakkında endişelenen bir ağabey gibi...ve duyduğu sözler "hıh...aaah amy, Nasıl bir belaya bulaştın böyle?"
Amy o an kendisine seslenme tarzını net bir şekilde anlamıştı. Normalde Yeşil Kan diyordu ancak samimi olmak istediğinde ismiyle hitap ediyordu. Amy ayrıca başka bir şeyin daha farkına vardı. "Ne kadar kararlı olduğumu görmek istiyordu" O arkadaşıydı ve anlaşılan kendisine yardım edecekti.

Amy bütün bunları değerlendirerek şimdiye kadar ki kararsızlığını geride bıraktı. Bu verilebilecek bir karardı. Sırf az önceki canavar yanı için düştüğü tereddütten bu son cümleyle eser kalmamıştı. Bu doğru karardı. Bütün bu rahatlamanın verdiği duyguyla hafifçe tebessüm etti ve cevabı bekledi. Bunu anlayan Tiz çığlığın cevabı kısa ama pekte net değildi.

-Reddediyorum.

***

Az önce gözüne 4 metre gibi gelen adam birden normal gibi biri gözükmeye başlamıştı Karen için. Ama bu şaşkınlığından cevap verememesini açıklamıyordu. Gerçekten red mi etti? Yoksa pazarlık gibi bir amacımı var? Tekrar silüet haline dönen parmaklıklar ardındaki adam az önce kalktığı yere oturdu. Konuşmaya başladığında aynı anda ciddi ve eğleniyormuş gibi bir hali vardı.

-Ben, çok zeki biri sayılmam. Bütün bu güç ve tecrübe tamamen hayatın benim için hazırladığı zorluklara karşı direnmemin bir sonucu. Ancak boyumdan büyük bir işin sesini 1000 km öteden duyabilirim.

Amy kendini toparlayarak söze karıştı.

-Nasıl yani?
-Bütün yaptıklarıma rağmen benim gibi birine bu kadar ihtiyacınız olduğuna göre ya aklınızı kaybettiniz ya da gerçekten bu kadar tehlikeli bir işe battınız demektir. Her iki şekilde de bu iş benim boyumu bile aşıyor demektir. Sana daha önce dediğim gibi ben hayattaki amacını tamamlamış biriyim. Dışarıda benim için bir şey yok dolayısıyla çıkmak için nedenim de yok. Üzgünüm, eğer istediğiniz bilgiyse size verebilirim. Ancak sadece bu kadar.

Artık dişleri gözükmüyordu ancak gülümsemesi hala belli oluyordu. Karen söze karışmak istedi. Bu güce ihtiyaçları vardı. Birden Amy mırıldanmaya başladı.

-Anlıyorum...

Karen inanamaz gözlerle Amy'e baktı. Amy olgun bir kabulleniş içerisindeydi

-Sanırım tek başımıza kaldık

Belli belirsiz bir gülümseme yüzünde belirdi.

-Gidelim

Amy dönüp kapıya yöneldi. Karen durumu anlamamıştı. Önünden geçen Amy'e baktı ama o direkt olarak kapıya bakıyordu. Önce tekrar parmaklıklar ardındaki adama baktı. Ancak o dev tası kafasına dikmişti tekrar. Yeniden Amy'e döndüğünde o çoktan kapıdan çıkmış ilerlemeye devam ediyordu. Bunun üzerine kendisi de kapıyı bir an önce kapatmak isteyen muhafızın sabırsız bakışları arasında Amy'e yetişmek için koşar adım dışarı çıktı. Amy'i önce kolundan tutmak istedi ama yanına varınca Amy durdu. Yakışıklı çocuğa dönüp "Bence gayet iyi gitti ne dersin?" diyerek gülümsedi.

Asansörden yukarı çıkarlarken Karen hala durumu kavrayamadığını düşünüyordu. Aslında durumu anlamıştı ama bunu kabul etmek istemiyordu. Gerçekten de arkadaşlardı. Hatta aralarında bir abi kardeş ilişkisi bile filizlenmeye başlamıştı. Amy ne zaman yeraltı dünyasıyla ilgili bir sıkıntısı olsa ona gider, konuşmalarından ve birbirlerine olan tavırlarından birbirleri hakkında kelimelere dökmeden bilgi sahibi olurlardı. İşte yakınlıkları böyle başlamış ve sürmüştü. Bu yüzden Amy onun kararına saygı duymuş ve ısrar etmemişti. Ama bu gidecekleri görevi daha az tehlikeli yapmıyordu. Şimdi ne olacaktı?

Muhafız Shocho cama neredeyse yapışacak şekilde ileri atıldı. Bu olabilir miydi? İki yıllık meslek hayatında ciddi denilebilecek neredeyse hiçbir olay yaşamamıştı. 6000 metredeki suçluyu bile hiç görmemiş sadece duyduklarından dolayı ondan kapıyı açtığı takdirde en kısa sürede kapaması gerektiğini biliyordu. Ama şimdi...Gözleri onu yanıltıyor olabilir miydi? "Belki de...belki de sadece buğudur." Bu bahaneye kendisi bile inanmamıştı. Bu cam 10000 metrelik su basıncına bile dayanabilecek şekilde yapılmıştı. Dönemeçlerin uygulayabileceği dengesiz basınçlara dayanabilmesi içinde yüzeyi çok kaygan bir maddeyle kaplanmış böylece buğu ya da donma gibi olaylara karşı dayanıklı olduğunu biliyordu. Şimdi ne olacaktı?


Bölüm 2


Amy'nin yanından hızla geçen muhafız asansörü harekete geçirdiği düğmenin yanındaki telsizi kulağına dayadı. Sabırsız ve endişeli bir şekilde beklemeye koyuldu. Amy ve Karen'ın anlamlandıramadığı birkaç saniye sonra "Alo! Acil durum kod A77 tekrar ediyorum kod A...!!" bir sallantı oldu. Ardından su da hızlı ve güçlü bir akım başladı. Karen dengesini korumaya çalışırken Amy'den bir yorum bekleyerek konuşmaya çalıştı.

-Bir dönemeç mi?
-Hayır bu...
-Olamaz

Su da yarım daire şeklinde bir boşluk gitgide artıyordu. Ancak biraz dikkatli bakılınca bunun sorumlusu belli oluyordu. Karen istemsiz bir tepki verdi

-Yani A77 nin manası...
-Evet, firari var

***

Biraz önce Tiz Çığlık lakaplı adam dev tastan su içmeyi bıraktığında ziyaretçileri gitmiş ve kapı kapanmıştı. Bunun üzerine kafasını duvara yaslayarak bir süre durdu ama bu sırada hücresinin köşesinde bir çatlaktan içeri su sızmaya başlamıştı. Su köşeden aşağı kayıp hücrenin ortasına doğru yol aldı ve bir yerde durup birikmeye başladı. Biriktikçe yükseliyor ve insan uvuzlarına dönüşüyordu. En sonunda bir insan şeklini aldığında duvara yaslanan adam hiçbir tepki vermeden konuşmaya başladı

-Ziyaretçi saati bitti
-Çok vaktimiz yok o çatlak büyümeye başladı bile
-Senin açtığın çatlak...
-Evet her neyse, hadi kocaoğlan ben senin çıkış biletinim kalkta gidelim.

Duvara yaslanmış duran adam yavaşça ayağa kalktı ve bileklerindeki zinciri gösterdi.

-Bana çıkış biletinden fazlası gerek, bence çatlağı kapa ve git buradan
-Hmm, bu sorunu halledebilirim.

Çatlağın büyümesiyle içeri sızan suyu kullanarak adamın bileğindeki çeliği dondurdu tüm uzuvlarını su formundan çıkarmamış adam. Sonra bir tür dövüş stili şeklinde durarak dondurduğu çeliğe sertçe vurdu.

-Ve işte bu kadar...

Parçalanan buzlar etrafa dağıldı ancak çeliğe bir şey olmamıştı.

-................
-................

Su adamın suratı dümdüz olmuştu. "eeeee, bu ne biçim bir şey lan böyle!!?" Tiz Çığlık lakaplı adamın iç çekişi karşısındakinin aptallığını doğrularcasına sert, yüzündeki gülümseme ise dalga geçer gibiydi.

-Beceriksiz herif...
-Hey...!
-Hadi bir daha dondur
-A eveet, Zayıflatmış olmalıyım değil mi?
-Hayır, ben bu iş nasıl olurmuş onu göstereceğim
-Eeeeeeee!?

Adamın gülüşü hiç değişmemişti ancak gözlerinden ne hissettiği belli oluyordu ve canı fena sıkılmıştı. Sular artık ayak bileklerine kadar gelmişken çatlakta artık bir deliğe dönüşmüş içeri giren suyun debisiyle giderek büyüyordu. Su adam çıkartmaya geldiği suçlunun bileklerindeki çeliği bir kez daha dondu.

-Buradan nasıl çıkacağız?
-Orasını bana bırak
-Gördük az önce sana bırakınca..
-Hey...!

Gülmesine rağmen adamın gözlerindeki öfkeyi gören Su adam tartışmamaya karar verdi. Böyle bir hapishane onun için sorun değildi ama çıkartmaya geldiği adama uyması görevi tamamlaması açısından daha mantıklı olurdu.

-Buraya kadar buzdan bir tünel yaptım. Ben dönemecin buza zarar vermemesini sağlarken sende yukarı çıkacaksın
-Peki sen buradayken buzu kim koruyor?
-Ş...aaaa, hadi bee

Tiz Çığlık avuç içini alnına o kadar sert vurdu ki köşede açılan delik bir anda iki katına çıktı. İçeri bir anda giren suyla beline kadar batmıştı dev cüssesi.  Eli hala alnındayken konuşmaya devam etti.

-Peki dahi çocuk şimdi iyi dinle. Ben burayı yerle bir edeceğim sende beni alıp yüzeye çıkartacaksın anladın mı?
-Iı tamam hadi yap numaranı
-Yap num...ne? Uzaklaş buradan aptal herif!
-Merak etme bana bir şey olmaz.

Su artık göğsüne geldiği için Tartışacak vakit olmadığına kanaat getiren Tiz Çığlık derin bir nefes çekti gücünün kaynağı ciğerlerine. Bir anda göğsü neredeyse iki kat şişmişti. Öyle hızlı şişmişti ki çevreye yayılan şok, patlama etkisi yapmıştı. Su adam bedenini suya dönüştürmeye başlamasına
rağmen bu hızda bir güç toplanmasına karşı yüzünü suya dönüştürdüğü koluyla koruma isteği duymuştu. "Vay canına, Bunu duymuştum. Mermileri ve hatta bombaları bile durdurabiliyormuş. Görünüşe göre hakkında söylenenler abartı değil"
Bir kere aldığı derin nefes ile şişmesiyle bu sefer etrafındaki su da öyle bir şiddete maruz kalmıştı ki ayaklarının altındaki yerde ufak bir kriter oluşmuş ve sular zemin görünecek kadar çekilmişti.



Su adam "Eyvah!" diyerek akan sudan dışarı çıkmaya yeltendi. Tiz Çığlık ise lakabının nereden geldiğini göstermek istercesine bağırdı

"Whale WHİSTLEAAAAA!"

Bütün su sanki ondan korkup kaçıyormuş gibi kendisinden uzaklaşmaya başladı hızla. Suyu, hücrenin duvarları takip etti. Peşinden bileklerinde ki metal çatlamaya başlayıp kırılarak bir anda patlayan bu canavardan kaçmak için alelacele diğerlerine katıldı.
Saldırı 6000 metredeki suyu içinde balon şişiyormuş gibi bir boşlukla itiyordu. 5000...4000...3000...Boşluk durmuyor ve şişmeye devam ederek önüne gelen hücreleri de parçalıyordu.

Çok kısa bir sürede başlayıp biten bu depremden sonra birkaç dakika geçmişti. Amy, Karen ve yanlarındaki muhafız kendilerini zorlukla asansörden dışarı attılar. Asansörde hasar aldığı için suyun, daha da önemlisi suçluların dışarı çıkmaması için bütün çıkışlar kapatılmıştı. Yine de bu tür olaylar öngörülerek hazırlandığı için yüzeye kadar çıkmayı başardı kalendar makine. Bir deprem daha oldu asansör boşalınca. Muhafızlar etrafta olayın kontrolünü sağlamak adına koştururken Amy kendi kendine az önce görüştüğü adamı düşünüyordu "Koe..." Bir anda ayağa kalkıp çıkışa koşmaya başladı. Arkasından Karen da çabucak yetişmişti Amy'e. İkili koşarken ara sıra deprem oluyordu.

En sonunda dışarı çıktıklarında alanın su kenarındaki büyük bir bölümü ıslak ve dümdüz olmuştu. İleride bir yerde Tiz Çığlık lakaplı adamın cüssesi görünüyordu. Bir süre sonra adamın yanına varmışlardı. Bütün bedeni ıslanmış sıkça öksürür gibi nefes alıyordu Tiz Çığlık. Amy yanına gelip omuzuna dokununca adam iki kere daha sertçe öksürdü.
Bu normal bir öksürükten ziyade top patlamasına benzer bir ses çıkarmıştı. En sonunda adamın soluğu düzelince kahramanlarımıza dönerken "yeterince dinlenmeden kendimi çok zorladım" diyerek normalden biraz daha geniş bir gülümseme yaydı yüzüne.

***

Su adamın kaçırmaya geldiği adam en son bıraktığı gibi saldırıya devam ediyor ve çevresinde küçük bir boşluk oluşturuyordu. Su adam bunun nedenini anlamıştı. "Nefesini tutsa bile hatta basınca dayansa bile hala baş etmesi gereken bir dönemeç var."
Su içinde buzdan "dur" yazısı yazarak onunla iletişim kurmayı denedi. "Eğer kendi bedenime dönersem bende basınçla ezilirim. Zaten dönemecin hareketine karşı koymak yeterince zor" Bunun üzerine kaçırmaya geldiği adam durdu ve nefesini tutarak su etrafını kaplarken su adam da görevini tamamlamak üzere artık olmayan hücresinden adamı su yüzeyine çıkartmaya başladı.

Yüzeye vardıklarında ikisi de nefes nefese kalmıştı. Biri nefes alamamaktan biride yorulduğu için. yavaşça kendilerine gelmeye başladıklarında Su adam içinde bulundukları duruma yorum getirdi.

-Vay canına *hah* seni neden istediklerini anlayabiliyorum *hah* ama bu kadar önlem niye? *uff* Yani alt tarafı 2 kişiye karşıyız. renkli kan ve kıvılcım mıydı?
-Evet o konuda...
-Hm?
-Beni çıkarttığına göre artık yoluna gidebilirsin
-Ne? Hey dostum seni kurtardım ve benle geli..yor...s..un...

Su adam bir an dehşete düşmüştü. Karşısındaki adamın görünüşü korkunçtu. Sanki çevresine siyah bir enerji dalgası yayıyormuş gibi görünüyordu. Gözlerinin karası gitmiş sadece beyaz kısmı görünüyordu. Yüzünden hiç düşürmediği gülümsemesi ise bütün öldürme isteğini yansıtan bir ayna gibiydi. "İrileşiyormu lan!?"

-Git dedim, bu son uyarım.
-h...heh...hehe...hahahaha hiç sanmıyorum.
-Hnnnn?

Tek kaşını kaldırarak verdiği bu tepki buna şaşırsa da aslında böyle olmasına sevindiğini belirtiyordu Tiz Çığlıkın. Dehşetini atmaya çalışan adama yıllardır sergilemediği yeteneklerini göstermek için sabırsızlanıyordu Tiz Çığlık. Çok uzun zaman olmuştu. En son bedenini zorladığında hayattaki amacını tamamlamıştı zira.

-Burada ki suyu görüyor musun?

Arkalarındaki suda hareketlenmeler olmaya başlamıştı. "Benimle böyle bir yerde dövüşmek için aptal olmalısın koca adam"
Su yükselirken kendisini de içine alarak yükselmeye devam etti. Rakibi sadece kafasını kaldıracak kadar ufak bir harekette bulunup gözlerini ondan ayırmıyordu. Hafif bir gülme sesi çıkarttı.

-İlginç...sadece bedenini suya çevirmekle kalmıyor aynı zamanda kendinden bağımsız bu kadar miktarda suyu da kontrol edebiliyorsun demek

Tiz Çığlık lakaplı adam derin bir nefes alırken Su adam karşılık verdi.

-Hah sanki izin veririm de!

Oluşturduğu dalganın içinden makineli tüfekle ateş ediyormuşçasına buzdan mızraklar yollamaya başladı. Rakibi göğsünü bir kere şişirerek ayakları altındaki zeminde çatlaklar açarken buzların yönleri değişti ve çevresindeki zemine saplanmaya başladı.



Peşinden de kendi saldırısı geldi

"Gorilla Screameeeeeeeeee!"

Tıpkı su içinde olduğu gibi bir hava dalgası ses hızında bir yarım küre şeklinde çevresine yayılmaya başladı. Dev dalga gitmiş üzerine gelen buzlarsa tuzla buz olmuştu.




Nefeslenmeye başlayan Tiz Çığlık "'whale whistlea'dan sonra nefesimi tutmak zorunda kaldım ve yeterince dinlenemedim. En fazla iki kere daha bu saldırıyı kullanabilirim"
diye düşünürken Önündeki dalgadan bir gülme sesi yükselmeye başladı. Bir yandan da yeni bir dalga yükseliyordu.

-Hahahaha su formumda bana zarar veremezsin. Beni buharlaştırsanda dondursan da suyun sadece başka bir formuna dönüşmüş olacam. Pes et
-Hemen havalanma velet, Elbet su formunda kalmanın bir süresi olmalı. Eğer bu süreyi aşarsan bedenindeki su dengesini bozarsın. Ya susuzluktan ya da çok su hapsetmekten ölebilirsin bile
"lanet olsun bu kadar şeyi nerden biliyor" diye düşünen Su Adam yaptığı dalgasını yükseltmeye devam etti.



 "Eğer onu suya çekebilirsem daha rahat yenebilirim, heh nasılsa bizden olmayacağını söyledi artık onu öldürmem sorun olmaz"
Birden ona bakınca ağzında sakız çiğner gibi bir hareket yaptığını gördü. "Her ne planlıyorsa
işe yaramayacak, öncekinden daha büyük bir dalga yaptım tek yapmam gereken deniz kıyısındaki bir şeyi alan dalga gibi itme ve çekme hareketi yapmak"
Yaptığı dalganın yeterince büyük olduğuna kanaat getirince üstüne doğru dalgayı itmeye başladı. Tam üstünden geçerken Tiz Çığlık lakaplı adam ağzını açarak top gibi bir şey yollamıştı.



Dalga bu topu basitçe yutmuştu. Su Adamın bütün endişesi de o küçük topla gitmişti

-Hahahaahaha o da neydi öyle be!? Rakibini hafife mi alıyorsun yoksa?
-Asıl rakibini hafife alan sensin

Yolladığı topun suyun içinde olduğunu farketti birden. "Bu da ne?" Top birden genişleyerek dalganın ortasında büyük bir delik açmıştı bir anda. Dalganın saçılan suyu etrafa yağmur gibi yağmaya başlarken su adamda rakibinin arkasına düştü. Toprak kokusunun etrafı kaplamaya vakit bulamadığı bu alanda Su Adam tekrar oluşmaya başladı "Lanet olsun!!! Demek planı beni su kenarından uzak tutmaktı" Etrafa silah patlamaları gibi yayılan bir kahkaha duyuldu.

-Yüzündeki endişeye bakıyorum da...haklıydım öyle değil mi?
-N..NE!!?
-Normalde su üzerinde kontrolü olan kişiler bu mesafeden de onu kontrol edebilir. Ama su üzerindeki uzmanlığın bu yönde değil öyle değil mi?
-Tch...
-Kendi bedenini suya dönüştürmede uzmanlaştığın için suyu kontrol etmek için ona olan mesafen kısaldı. Yani bedenini suya dönüştürerek darbelerden kaçman defans yönünü güçlendirirken saldırı bakımından zayıf kaldın.
-Kapa çeneni!
-Ancak "dönüştürme" uzmanlığın olduğu için suyun fiziksel halleri olan buhar ve buza dönüştürme konusunda sıkıntı yaşamıyorsun.
"Nasıl anladı?"
-Bu çok basitti.
-NE!!?

Su adamın aklının okunduğuna dair düştüğü dehşet tarif edilemezdi.

-Hatırlıyor musun?
-Neyi lanet olası!?
-"Su formumda bana zarar veremezsin. Beni buharlaştırsanda dondursan da suyun sadece başka bir formuna dönüşmüş olacam" diyen sendin değil mi?
-Ngh...
-Eğer bu şekilde havalanmasaydın bunu tahmin etmek için daha uzun dövüşmemiz gerekecekti.
-Tch...hıh...GHA! NE OLMUŞ SENİ BUNA RAĞMEN ÖLDÜREMEM Mİ SANIYORSUN HA!?

Su adam etrafa hala yağmur gibi düşen suyu bir ilizyon gösterisi gibi durdurup elinde toplamaya başladı. "Seni geberticem lanet olası!" Suyu yuvarlak testere şeklinde buza dönüştürürken öfkesine yenik düşmüş sakinliğini kaybetmişti.
Neredeyse nişan bile almadan bu testere şeklindeki buz kütlesinden parçalar fırlatmaya başladı. Buz kütlesi havada bir sürü parçaya ayrılarak yuvarlak testerelerden oluşan bir yağmur gibi düşmeye başlamışken rakibi Tiz Çığlık buna hazırdı. Hafif bir nefes alarak bağırdı. Kafasıyla nişan alarak ağzından çıkan ses dalgaları bütün buzları paramparça etmişti.



 Ancak rakibi gülmeye başlamıştı
.
-Hnnnnn?

Tek kaşını kaldırarak sorgulayan gözlerle rakibine bakan Tiz Çığlık bir anda altından çıkan buzdan dikitlerden kaçmak için hamle yapmak zorunda kaldı. Bir an gecikse yaralanabilirdi. Su adam bağırdı öfkeyle karışık bir kahkaha ile.

-Hah! Bu nasıldı kim demiş uzaktan suyu kontrol edemiyorum diye ha!?
-Sadece toprağın üstündeki suyu uzatarak benim olduğum yere geldin.
-Ngh...anladı
-Akıllıca olduğunu itiraf etmeliyim neredeyse yakalanıyordum.

Buzdan kaçmak için havaya zıplayan adam yere inip zemine küçük bir derinlik kazandırınca hızlıca nefeslenmeye başladı. "O son iki saldırıyı bir 'gorilla scream' saldırısına eşit derecede güçlü yaptım, üstüne bir de ses hızında hareket etmem ve saldırılar arası yeterince dinlenemem beni çok zorladı. Bu işi hemen bitirmeliyim" diye düşünürken Su Adamda normal bedenine geri dönmüştü.

-Hooo anlaşılan seninde sınırın buymuş
-Heh sen öyle san.

Birkaç derin nefesten sonra dıştan içe doğru tekrar suya dönüşmeye başladı. Önce elleri ve ayakları suya dünüştü. Bu Tiz Çığlık lakaplı adamın gülümsemesini silemese de hoşuna gitmemişti.

-Ne!?
-Su şeklinde kalmamın bir sınırı olduğu doğru...

Rakibi derin bir nefes alırken kolları ve bacakları suya dönüşmüştü.

-...ama dönüşüm konusundaki hızım sayesinde kısa süreli dinlenmeler de bana yetiyor...

Tiz Çığlık sanki şişmesini engeller gibi kendisini tutmaya ve titremeye başladı.

-...Artık bitti!!!...

Tiz Çığlık tekrar hedefine bakarken rakibi de cümlesini tamamlamıştı. Suya dönüşmeyen tek yer olan kafasını da suya dönüştürürken zafer çığlığı atıyordu.

-...Tiz Çığlıııııağk!!!

Su adam birden gözünün önünde beliren bir suratla irkildi. Bu rakibinin yüzüydü. "Bir anda önümde mi bitti? Hayır içimden geçti? Bekle, hala karşımda ve ağzı açık..."
Tiz çığlık lakaplı adam iyiden iyiye bitmiş bir şekilde nefeslenirken son gülenin kim olduğunu gösteriyordu.

-Haklısın *hah hah* bitti...
-Evet! su formuma dönüşmeyi tamamladım...*burk*...n...ne...nolu *burk*
-Heh zamanında yapmışım gibi görünüyor.
-Başım...başım dönüy *burk*...bana...bana ne yaptın lanet olası...
-Su formun ne alemde?
-Ha?...
"olamaz su formum...gitmiş!!! Odaklanamadığım için su formumu koruyamıyorum! Lanet olsun!!!"
-"1000 bird"...
-n...ne? *burrrrk* "lanet olsun midem bulanıyor"
-Bu teknik kafaya yada çok iri canlılarda göze nişan alınarak yaptığım bir saldırı. Hedefiyse iç kulakta bulunan sıvıdır. Bu sıvıyı biliyor musun?

Su adam kafasını tutarak öğüre öğüre yatarken rakibi bütün heybetiyle yavaşça derin nefes alıp vererek üzerine yürümeye başlamıştı.

-İnsanın dengesini koruyan bir sıvıdır. Benim yaptığım saldırıyla bu sıvı devamlı olarak hareket haline geçer. rakibim dengesini kaybeder ve midesi bulanır. Normalde menzilim arazinin yapısına göre değişsede minimum 15-20 km den 100 km ye kadar mesafedeki bir canlıyı vurabilirim. Mesafeye bağlı olarak etkisini gösterme süresi artar ancak etkisini gösterdikten sonra hedefim hareket edemez bende gider onunla olan işimi hallederim. Aynı birazdan olacağı gibi

Su adam daha fazla dayanamayıp kusmaya başladı. O sırada rakibi yanına gelmişti bile. Başı döndüğü için mi yoksa ölüm korkusundan mı seçemiyordu ancak karşısındakine insan gözüyle bakamıyordu. O bir canavardı. 5 metrelik, gözleri ölüm isteğiyle yanıp tutuşan, gülüşü katillerin kurbanlarından kan çıkmasıyla zevke gelen bir canavar. Çıplak çamurlu ayağıyla kafasına bastı ve derin bir nefes aldı. "olamaz öldürüleceğim!!!" göğüs kafesinin birden şişmesiyle suratına binen basınç kusmuğuna batmasına neden olurken son duyduğu söz ise saldırının sadece ilk kelimesiydi "gorilla..."

Birden üzerine öyle bir basınç binmişti ki kulak zarları sesten mi yoksa bu basınç yüzünden mi patladı emin olamadı. Zaten artık bir önemi yoktu. Tek yapabildiği acıdan bağırmaktı. Ancak sesi duyulmuyordu bile. Üstündeki canavarın saldırısı her türlü sesi daha çıkmadan yok ediyor gibiydi. Üstüne peş peşe gelen ses dalgaları bütün kanını sırtına vurmuş kemiklerini kırmaya başlamıştı. Vücudunda ki küçük rastgele titreşimleri hissedebiliyordu. Bu titreşimler bütün kemiklerini ve organlarını parçalarken bütün bedenine etki eden ses dalgalarının basıncı da sırtında toplanan kanın derisini aşarak toprağa geçmesine neden oluyordu.

Tiz Çığlık saldırısını tamamladığında ayaklarının altında kemikleri unufak olmuş kanıysa neredeyse boşalmış bir et parçası duruyordu. Üstüne binen basınçla sanki biraz genişlemiş gibi bir hali vardı. Açtığı kraterden biraz yalpalayarak çıkan Tiz Çığlık lakaplı adam kraterden çıktıktan sonra bir anda dizlerinin üstüne çöktü ve bir eliyle yerden destek alırken bir eliyle de boğazını tutmaya başladı. Kendini çok zorlamıştı. "1000 bird" saldırsıyla sınırına ulaşmışken suyu kontrol edebildiği için kulak sıvısını düzeltmeden önce rakibini öldürmesi gerektiğinden "Gorilla Scream" kullanmıştı. biraz nefeslendikten sonra az önce kendisini aktif olarak dışarı çağıran asker geldi yanına.




































Bölüm 3

Hapishanenin doğal çevresi sayesinde suçluların kaçması gibi bir trajedi yaşanmasa da hapishaneye verilen zarar Karen'ın nüfuzu sayesinde bir şekilde halledilmişti. Artık yola çıkma vakti gelmiş hazırlıklar tamamlanmıştı.
Vakit durmuyor aleyhlerine işlemeye devam ediyordu. Tiz Çığlık'ın kendini zorlamasından ötürü sessiz bir yolculuk olmuştu. Ancak birkaç saat sonra hava kararmaya başlayınca sesinin geri geldiğini belirtmek için "Burada kamp kuralım" dedi.
Koe bir geyik yakalamış Amy ağaçlardan üstü kapalı kalınacak yerleri ayarlamış Karen da bir kaç parça odunu bir araya getirip ateşi yakmıştı. Hapishane için rotalarından sapmalarından ötürü kısa yol kullanma kararı almışlardı. Bu yüzden girdikleri ormanın içinde yol yoktu. Biraz da elitlere yakışır bir tempoyla ilerledikleri için yola ve ya araca da ihtiyaçları yoktu aslında. Yine de yüksek tempodan dinlenmeye fırsat bulamamışlardı. Geyiği pişirirken Amy Koe ye baktı, tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken vazgeçti ve ateşe döndü. Bunu fark eden Koe karşılık verdi.

-Ne oldu Amy?
-Yok...yok bir şey
-Peki...

Karen şaşırmış bir surat ifadesiyle Koe'ye gözleriyle Amy'i işaret etti.

-Bence bir şey sormak istemiyorsa zorlamanın anlamı yok

Amy Karen'a manalı ve biraz sinirli bir bakış attı kendisine ısrar edilmesini istediğini anlayarak. Karen dumur olmuştu. Birazda Karen'a inat 2 metrelik adama döndü ve ağzını açtığı soruyu bu sefer çıkarttı.

-Aslında Taroyu neden öldürdüğünü soracaktım?
-Hm? Neden öldürmeyeyim?

Amy de Karen da bunun saçma bir soru olduğunu düşündü. Ancak onunla geçirdikleri vakit bu sorunun altında bir amaç olduğu izlenimi uyandırdı. Amy devam etti.

-O sandığın peşinden giden birçok kişi vardı. Ben ne olduğunu bile bilmiyorum. Ama orayı gördüm. Yani orayı...
-Evet?
-Oradaki yıkımda değişik bir hava vardı. Sanki sırf orayı dümdüz etmek için gitmişsin gibi...
-Bu sonuca nereden vardın?

Amy bunu biraz düşündü. Cevabı kendi de bilmiyordu. Ama orada gördüğü yıkım çok şiddetliydi. Kulak zarları patlamış olmasına rağmen her bir cesedi vuran bir saldırıya da maruz kalmıştı kadavralar. Tek bir sandığı korumak için milyon dolarlar hatta belki milyar dolarlar harcanmış bir kale de hedefe odaklanmaktansa her adımında şiddetin dibine vurulmuştu. Özellikle tek bir kişinin saldırdığı düşünülünce bir şeyler yanlış gibiydi.

-Sandık için orada olmadığımı mı ima ediyorsun?
-Hmm, Aslında...evet
-Tebrikler, haklısın
-Öyle mi?
-Oraya sadece Taro şerefsizini öldürmeye gittim.
-Tamam değerli bir şey çalmış ve korunması için akla hayale sığmayan bir para harcamış olabilir ama bütün bunlara rağmen oraya gitmek...sandık için belki bu risk alınabilir, gerçi daha ne olduğunu bile bilmiyorum ama...ama tek bir kişiyi öldürmek için gitmek. Yani, neden?

Koe kollarını ensesinde birleştirip arkasındaki kütüğe yaslandı.

-Taro benim ailemi öldürmüştü.
-NE!?

Karen ve Amy aynı anda verdikleri bu tepkiyle hem şaşırmış hem de bir çok parçanın yerine oturduğu hissine kapılmıştı.

-Belki de size bütün olayı baştan anlatmalıyım.

***

Koe nin çocukluğu olduğu her halinden belli bir çocuk yatağına uzanmış uyuyordu. Birden duyduğu sesle yerinden kalktı. O sırada içeri bir kadın girdi. Siyah tenli bu kadın odasına girip kapıyı kapatır kapatmaz telaşla çocuğa direktifler vermeye başlamıştı.

"Koe yatağın altına, çabuk! Ve ne olursa olsun sakın çıkma tamam mı annecim!?"

Çocuk robot gibi denilenleri yaparken bir yandan da durumu anlamlandırmaya çalışıyordu. Kötü bir şeyler olduğu kesindi. Kötü şeyler burada, kaldığı evde hep olurdu. Ama genelde bir çözüm bulurlardı. Birlikte bulurlardı...

Ancak şimdi durum kontrolden çıkmıştı. Çocuk yatağın altına girer girmez kapıya sertçe bir darbe geldi. Kadın yatağın üstündeki çarşafları alelacele yatağın kenarına attı ve gidip camı açtı. O sırada kapıya gelen ikinci darbeyle kapı kırıldı.

Çocuk yatağın altından çarşaflarla yatağın kenarı arasındaki boşluğun dibine gelmiş olanları izlemeye başladı. Pencerenin yanına giden kadının yanına bir adam yavaşça yaklaşırken kadın ağlamaklı olarak tir tir titremesine rağmen burnunu sertçe çekip cesurca adamın önünde dikildi. Adam önce kadını tuttuğu gibi duvara yapıştırdı ve sert bir ses tonuyla "Nerede o!?" diye sordu.

Kadın canının yanmasıyla yüzünü buruştururken adamın yüzüne tekrar baktığın da yüzündeki acı izleri yerini öfkeye bıraktı. Cevap gelmeyince adam kadını bir kez daha kendine çekip duvara vurdu. Duvar biraz çatlamıştı. Kadının gözleri acıyla büyüdü. Kaburgaları kırılmıştı.

"NEREDE DEDİM!?"bağırırken tükürüğü kadının suratına geliyordu. Kadın da karşılık vermek istercesine adama tükürdü. "Seni lanet kadın...!!!" diyerek tam kadına vurmak için kolunu kaldırmıştı ki açık camı gördü. Sonra tekrar kadına döndü. "Buradan mı kaçtı?" Kadın cevap vermedi.

"Madem konuşmayacaksın işime yaramazsın" adamın elinden sarı renkte kıvılcımlar çıkmaya başladı. Kıvılcımlar yoğunlaşarak bütün elini kaplayınca kadına "Gereksiz olduğunu düşünsemde, son bir şans veriyorum" kadın bu sefer acı içinde can çekiştiği zeminden zorlukla kalktı ve kırık kaburgalarına rağmen son gücünü şu cümleleri söylemek için harcadı.

"Belanı en ummadığın yerden bulacaksın *inleme* çektirdiğin bütün acıların hesabı sorulduğunda orda olmasamda *inleme* benim ve bütün acı çektirdiğin insanların hissettiklerini aynı anda anlayacak olman bana yeter"

Koe gözlerinden yaşlar akarak izlediği bu sahnede siyahi kadın yıldırım saldırısına maruz kalınca dayanamayarak yerinden fırladı ve adama olanca gücüyle bir tekme attı. Adam karşı duvara yapışıp ayakta durdu. Koe yanmış et kokusunun burnuna dolmasına aldırmadan ayaktaki düşmek üzere olan kadını tuttu. Az önce vurduğu adam canının yanmadığını belli eden bir dinginlikle hiç istifini bozmadan duruma yorumunu dile getirdi.

"Bak sen, camdan çıkmış gibi gösterip yatağın altına saklamak ha? Zekice"

Az önceki tekme kendisinin çarptığı duvarda büyükçe bir çatlak bırakmasına rağmen etkilenmemişe benziyordu. Koe bunu umursamadı. Tek istediği kollarında ki kadının sesini bir kere daha duyabilmekti. Kadın gülümsedi, kolunu hareket ettirmeye çalıştı ama çok kötü yaralanmıştı. Ona miras olarak son sözlerini bıraktı "Ağlama...annecim...hep gül...senin gülüşün...benim için...bu...na..değer..." ve bir şeyler daha mırıldanarak gözlerini yumdu siyahi kadın. O sırada içeri bir kaç adam daha girmişti. Koe'nin gözlerinden hala yaşlar akıyordu. Bağırmak istiyordu. Bağırarak ağlamak. Ama tespit edilmemek için bağırmaması gerekiyordu. Annesi öyle tembihlemişti ona.

"Taro, efendim" askerler içeri doluşmuştu bile. "Aradığımızı bulduk, şu çocuğu alın"

Askerler sorgusuz sualsiz emirleri yerine getirirken uyguladıkları kuvvete aldırmıyorlardı. Koe'yi yaka paça tutup götürdüler. İtiraz bile edemiyordu zavallı çocuk. Sadece bağırmak istiyordu. Bağırmak, olanca gücüyle bağırmak. Sesi sabah güneşinin doğduğu yere gidene kadar bağırmak. Bağırmak...

Tam arabaya bindirilirken olmuştu. Taro ne olduğunu anlamadı. Birden bir bomba patlamış gibi araba ters dönmüştü. Arabadan alnındaki kanı umursamadan sürünerek çıkınca ne olduğunu anladı. Bütün askerlerin, aslında bütün her şeyin çevresine uçtuğu bir çocuk nefes nefese öksürüyordu. Ayakları altında açılan deliğe bir krater demek doğru olmazdı ama daha çok ağır bir cismin düşerek açabileceği bir eziklikti. Ama bu bile onun yaşındaki bir çocuk için etkileyiciydi. Taro çocuğun yanına yaklaştı. Gücünü yeni keşfetmiş çocuklar biraz dengesiz olurdu bu yüzden temkinliydi.

Bir elinde biriktirdiği yıldırımla hazır beklerken diğer eliyle çocuğa doğru uzandı. Çocuk kendisine döndü. Taro görevini başarıyla gerçekleştirmesinin verdiği hafif bir tebessümle çocuğa bakıyordu. Zor kullanması gerekirse yapacaktı ama...

Bir anda gelen bir dalgayla geriye uçtu. Refleks olarak elindeki yıldırımı savuşturdu. ama sadece çevredeki objelere vuruyordu. Sonunda yere konduğunda sersemliğini atmak için kafasını sallama ihtiyacı hissetti. İleriye baktığında çocuk yoktu. Çevresine baktı. Çocuk hiçbir yerde görünmüyordu...

"Bu beni son görüşü değildi"

-Üzüldüm...
-Demek anneni öldürdü

Amy bu söylediği için Karen'ı dürtünce o da biraz yersiz bir cümle kurduğunu fark etti. Koe bu duruma karıştı

-Önemli değil, aslında gerçek annem değildi. Açıkçası o kadından öncesini hatırlamıyorum ama onun gerçek annem olmadığını biliyorum. Gerçi gerçek diyerek ne kastettiğine göre de değişir...

Her zaman yüzünde gülümsemesi eksik olmayan Tiz Çığlık lakaplı adamın yüzünde Amy'nin olabileceğini tahmin bile etmediği bir hüzün vardı. Her zamanki gibi dişleri gözükmüyordu ama hala bir tebessüm vardı. Aslında bu tebessüm yüzündeki hüzüne daha insansı ve hüzünlü bir görünüm veriyordu.

-Beni yetiştiren kadın oydu ama biyolojik bir bağımız yoktu...
-Peki sonra ne oldu?
-Aslında sonrasını Amy ye sorabilirsin
-Ne ben mi?
-Okuduğun raporlarda yazıyor
-Haa doğru ya...

Amy kendisinin anlatmasını istediğini anlamıştı. Ama ortamda böyle bir hava varken onun işlediği suçlardan bahsetmek istemiyordu.

-Oldukça uzun ama. Hem şimdi önümüze bakmalıyız.
-Aslında çok bir şey yok zaten

Amy tam tersi bir durum söz konusu olduğu için manalı bir bakış attı.

-Yani anlatacak kadar yok. Dediğim gibi ben hayatta karşıma gelen zorluklara göğüs gerdim hepsi bu. Oradan oraya sürüklenirken hayatın aslında beni bilerek ve isteyerek öldürmek isteyeceğim son kişiye yönlendireceğini bilemezdim.
-Tora
-Evet
Amy biraz mesleki biraz kişisel bir merak ile söze karıştı.

-Peki nasıl yaptın? Yani oraya ulaşmak bile mesele.

Karen da merakını gizleyemedi

-Neden?

Amy biraz düşünüp anlatacaklarını sıraya koymaya başladı.

-Öncelikle kıyıdan yaklaşık 50 km uzakta inşa edilmiş neredeyse sırf çelikten bir kale söz konusu.

Sonra birden durdu. Hafif utangaç bir şekilde etrafına baktı. Koe şaşırmıştı.

-Neden durdun?
-Sen bir şey anlatıyordun
-Haha aslında oraya gelecektim zaten. Yani nihayetinde şu sandık görevi ayağıma geldi. Elinde bulunan kişinin Tora olduğunu öğrenince balıklama atladım
-Ne yani o kadar önlem gerçekten de boş bir sandık içindi öyle mi?
-Evet öyle görünüyor.

Bir süre sessizlik oldu. Anlaşılan Karen'ın kafasını kurcalayan bir şeyler vardı. Sonra kendine bakılan bakışları fark edip özür diledi ve sordu

-Şu önlemleri mi anlatıyordun en son?
-Ha evet, bu kaleye ulaşmak için öncelikle dağ sincaplarını geçmek gerekiyor. Bu sincaplar uçan sincaplarla aynı özellikleri gösteriyorlar. Ufak olanlardan tut ayı büyüklüğüne ulaşanına kadar var ve yabancıları sevmezler. Onları karşına almak istemiyorsan ya dağa hiç çıkmayacaksın ya da direk dağın tepesine ineceksin ki asıl zorluk buradan itibaren başlıyor zaten. Kalenin ön tarafında dağın tepesinden denize bakan tarafındaki her santimetreyi vurabilecek topları var. En azından vardı. Bu topların üstlerindeki lazerlerden biri bile canlı bir organizma tarafından kesilirse ateş etmeye başlarlar. Bunları atlatsan dahi bu seferde denize girmen gerekir ki 50 km karelik alana yerleştirilen mayınlarla uğraşmak zorunda kalırsın.
-Havadan?
-Kaledeki dışarıya bakan bütün silahlar uçan her şeyi vurmak üzere tasarlanmış. Tabii dağa bakan kısım hariç. Kalenin içiyse kelimenin tam anlamıyla bir...kale. İçine giren herhangi bir şeyin canlı çıkması mümkün değil.

Koe manalı bir kahkaha atar ve devam et manasında elini ileri uzattı. Amy açıklama için sabırsızlanmaya başlamıştı.

-Asıl meselede kaleye girmek değil aslında. Kalede yer altına inen 3 farklı giriş var eğer sen açmış olmasaydın hangisinden gideceğimizi bilemezdik. Yaklaşık 3 günlük bir araştırma sonrası doğru olan haricindeki 2 girişin çıkmaz bir labirent olduğunu öğrendik. Doğru girişten girince içeride silah olarak pek bir şey yok ama bir kaç tane bubi tuzağı mevcut. Misal 50 tonluk bir kilit kapısı bulduk. Bu kapı 5 metre kalınlığında olup nükleer patlamaya bile dayanabilir. Ayrıca bu kapı duvarlara kaydırılarak sokulmuş yani yukarı doğru kaldırmadan açmak imkansız.

Koe ve Karen ellerini dur manasında kaldırdı. Amy bir an anlam veremediği bu harekete kafasıyla yaptığı "ne oldu?" şeklindeki hareketle karşılık verince ikisinden de aynı anda karşılık geldi
-Biliyoruz
Amy "hıh ukalalar" diyerek omuz silkti. Bütün bunlara gelecek cevaba olan merakından biraz heyecan yapmış ve kendini kaptırmıştı.

-Ona ne olduğunu gördüm zaten. Neyse bunu geçince ikinci ama daha zayıf bir kapı da var. Bunun ardında bulduğumuz bir de lazer silahı. Açıkçası bundan nasıl kurtulduğunu özellikle duymak istiyorum. Sonra pek bir şey kalmıyor gizli bir odada sandıkla birlikte Tora duruyor olmalı diye düşünüyoruz. Yani duruyordu.

Amy derin bir nefes alıp sözlerini tamamlayınca Koe boğazını temizleyerek ortalığı nasıl harabeye çevirdiğini anlatmaya başladı.

-Öncelikle o sincaplar yabancılara karşı çok saldırgan olabilir ama içlerinden birine karşı gayet uysaldırlar. Ben de ilk gözüme kestirdiğim büyükçe bir tanesini avlayıp postunu üzerime geçirince beni kendilerinden biri olarak gördükleri için dağı tırmanırken hiçbir sorun yaşamadım. Dağın tepesine geldiğimde lazerler beni farkedene kadar bir kaç saniyem vardı bende atladım

Amy olayı çözdüğünün sevinciyle hafifçe bağırdı

-Tabii ya, uçan sincap postu
-Evet, dağdan aşağı atladım postun kanat kısımlarını açtım. Ses dalgalarıyla yüksekliğimi ayarladım ve mümkün olduğunca alçaktan kaleye kadar süzüldüm. Alçaktan süzüldüğüm için havadaki her şeyi vurma kabiliyetindeki toplarla da uğraşmak zorunda kalmadım. Sonrası kolaydı zaten

***

Teiou burada olmasına anlam veremiyordu. Kim böyle bir kaleye saldırırdı ki? Gelen kişi bu duvarları aşsa bile mutlaka bir gözetleme kulesi tarafından görülürdü. Tıpkı kendisinin bir tanesinde bulunduğu gibi.

Her gözetleme kulesi başka en az 2 kule tarafından görülecek şekilde ayarlanmıştı ve kör nokta yoktu. Endişelenmesi gereken bir durumda yoktu. En kötü senaryoda bile hiçbir kör noktası olmayan kalenin içinde kıyamet kopar ama kimse canlı kalmazdı. Ölüme hazırdı. Bir paralı asker olarak işi buydu zaten. Kendisine ödenen parayla 2 ev geçindiriyordu. Şimdi o parayı yemek vardı.

Birden metale çarpan bir şeyin sesini duydu. Bunu bir şekilde tuhaf bulmuştu. Bu kadar şeyi çıt çıkarmadan geçip kaleye varabilecek bir şey var mıydı gerçekten? Belki de alarmı çalıştırmalıydı. Sesi yine duydu. Nasılsa buraya çıkan birinin farkedilmemesi söz konusu değildi. Bu yüzden önce ne olduğundan emin olmak istedi. Yavaşça duvarın kenarına geldi ve aşağı bakmasıyla ne olduğunu anlamadan kafasını bir şeyin tuttuğunu hissetti.

Koe sincabın kayalara rahatça tutunmasını sağlayan pençeleriyle duvara çıkıyordu. Neredeyse kulenin tepesine varmıştı ki pençeleri olanca gücüyle duvara sapladı. Kendini biraz yükseğe fırlatma niyetindeydi. Pençeleri saplayınca duvarın güçlendirildiği metale çarpmış ve çıkardığı sesle kuledeki kişiyi harekete geçirmişti. Adamın geldiğini duyabiliyordu. Ancak önemsemedi. Nasılsa birazdan kıyameti kopartacaktı.

Kendini fırlatmak için gerildi ve adamın çıkmasını bekledi. Beklediği an gelince kendini fırlatıp adamı kafasından yakaladı ve kuleye iniş yaptı. Adamın boynundan gelen kemiklerin birbirine sürtünme sesi çoktan boynunun kırılıp hayatının son bulduğunu gösteriyordu. Yere inerken çıkardığı ses ise ilgiyi buraya çekmişti. Zaten bunu istiyordu. Bu sırada saldırı yapmak üzere derin bir nefes almaya başlamıştı.

Üzerine dev spot ışıkları dönerken ağzını sakız çiğniyormuş gibi hareket ettirmeye başladı. Sesler yükselmeye başlayınca kulakları sağır eden bir siren sesi kuleyi inletmeye başladı. Koşuşturmalar, kargaşa, tankların palet sesleri, tüfeklerin emniyetlerinin açılması ve daha nicesi. Bu sırada Tiz Çığlık lakaplı adamda saldırı gücünü toplamıştı. Koştu ve kuleden kalenin ortasına doğru uzun, ses hızında bir sıçrayış yaptı

Havadayken bütün kulelere ses toplarından yolladı. Kendisi yere inmeden patlayan kulelerden düşen cam kırıkları ve kalenin içine, dışına ve duvarına uçuşan gözetlemede ki adamların çığlıkları siren sesine karışıyordu.

Bu sırada Koe "hmm ya biraz doğaçlama yaparsam..." diyerek havadayken hala elinde bulunan ölü askerin kulaklığını aldı. Etrafta koşuşturan askerler "nerede" ve "hazır olun" sesleri arasında birden kulaklıklarına gelen sesi işittiler.
"Beni duyuyormusunuz? Güzel, çünkü bir daha hiçbir şey duyamayacaksınız..." derin bir nefes sesi işitilirken kalenin derinliklerindeki sandığın başında bekleyen adam hoparlöre yıldırımlı bir yumruk vurmuştu. Nefesi kesilmiş bir şekilde kendi kendine konuşmaya başladı. Gözleri düştüğü dehşetten fal taşı gibi açılmıştı "Bu herif , inanamıyorum, gerçekten geldi..."

Koe yere vardığında kulaklıktan kendisini dinleyen herkes sağır olmuştu bile. Etrafta ki siren seslerine karışan "Duyamıyorum!!! Sağır oldum" çağırışlarını zevkle dinledi. Kendisini gözleriyle belirleyen bir kaç adam küfürler eşliğinde tüfek ve roketatarlarını hazırlamaya başladılar. Onları gören bir kaç adam da durumu anlayıp tanklara ve diğer silahlara koşuşturmaya başlamıştı. Koe fark edildiğini görünce yeterince dinlendiğine kanaat getirip derince bir nefes almaya başladı. En güçlü saldırısı için...

Önce tam kendisine ateş açılmaya başlandığında bir kere göğsünü şişirerek bütün mermilerin sanki görünmez bir duvara çarpması gibi havada asılı kalıp yere dökülmelerine yol açtı. Göğsünü 2. kez şişirdiğinde bu sefer mermilerin yanında üstüne gelen bir kaç rokette bu basınçlı havanın oluşturduğu  anlık görünmez duvara çarparak patlamış mermilerle geriye sekti. Göğsünü 3. kez şişirdiğinde yerdeki metalle güçlendirilmiş zeminde küçük bir krater açmış ve artık göğsüne oranla diğer uzuvları küçücük kalıyordu. Tiz çığlık lakaplı adam en güçlü saldırısını yapmaya başladığında kimse daha ayağa bile kalkamamıştı.
Bu bir bomba, bir nükleer patlama, hayır bu
"DRAGON ROAR!!!!"



Kaleden kelimenin tam manasıyla dev bir görünmez duvar ortaya çıkmıştı. Duvar önce kalenin duvarlarındaki taş malzemeyi çatlatmış sonra devam ederek 50 km lik mayınların hepsini değdiği anda patlatarak ilerliyordu. Mayınlar tıpkı kendilerini dizen askeri mantık gibi sırayla düz bir çizgi halinde patlıyordu. En sonunda sincapların yaşadığı dağlara kadar gelmiş ve dağın neredeyse yarısını sincapların üzerine bir çığ gibi yıkmıştı.

Saldırı bittiğinde kalenin üstü dümdüz olmuştu. Metalle güçlendirilmiş duvarlar bir bütün olarak yıkılmış taştan ve kemikten olan her şey paramparça olmuştu. Tankların içinde kalan şanslı ölüler rastgele atılmış bir kukla gibi duruyorlardı. Bu yıkımdan sağ ve sağlam kurtulan tek kişi yaklaşık 1 dakika kadar nefes alış verişini düzenledikten sonra sonra derin bir nefes çekip bırakarak kendine geldiğinin işaretini verip yoluna devam etmeye başladı.

Bu kadar büyük bir saldırı yapmasaydı bu 3 kapının yerini bulamazdı. Gözlerini kapayıp üç saniye kadar nefes biriktirdikten sonra her kapıya birer ses dalgası gönderdi ve gözlerini kapatıp dinlemeye başladı.

Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında tam olarak hangisinden gideceğini biliyordu. Kapıdan içeri girdiğinde endişeli ve sağır askerlerden oluşan bir grup askerin içeriye doğru kaçtığını duydu. Peşlerinde bir canavar varmışçasına kaçıyorlardı ve Tiz Çığlık onlara korktukları canavarı verecekti.

Askerler can havliyle kaçarken bir tankın yanından geçtiler ve kimi salya sümük ağlayarak kimi endişeli kimi de korkusunu öfke olarak açığa çıkartıyordu.
Bir yerden sola döndüler.
Arkasını dönen bir kaç tanesi az önce yanından geçtikleri tankın ses dalgaları tarafından az önce ilerledikleri koridorda geriye doğru nasıl uçtuğunu ve patladığını dehşet içinde görür görmez önlerine bakıp koşmaya devam ettiler.
Bir kapı vardı. Bu canavarın bile zarar veremeyeceği kapı, eğer ona varırlarsa kurtulacaklardı. Hiçbir şey duymuyorlardı ki bu daha korkunçtu. Ya canavar tam arkalarındaysa...
Daha hızlı koşmak için kendilerini zorluyorlardı ancak bacakları limitlerine ulaşmış ve yanmaya başlamıştı. Bir an ciğerlerinin de iflas edeceğini düşündüler.
Bir yerden daha sağa dönüpte arkalarına baktıklarında sadece üç kişi kalmışlardı ve kalanların belli aralıklarla yerde yatıyor olduğunu gördüler. Son yakalanan kişide canavarın tek elinde bez bebek gibi savruluyor ama koşmasına mani oluyormuş gibi gözükmüyordu. Tekrar önlerine döndüklerinde kapıyı gördüler. Havadan ağır ağır inen kapının altında eski çağlardaki büyük kale kapıları gibi mızrak benzeri çıkıntılar vardı ve bu çıkıntılar zemine girip döndüklerinde kapının hareketini kesinlikle engelleyecekti.
Son bir gayretle kendilerini kapının altından kayarak atarken arkalarında bir kişinin daha kaldığını dehşet içinde izlediler. Asker tam kayarken yakalanmış ve kapı tarafından ezilecekti.
Suratına bakılırsa çığlık çığlığa yardım istiyordu ama hiç kimsenin elinden bir şey gelmezdi. Kapı üstüne yavaşça kapanırken kurtulan askerlerden biri gözleri yaşlı bir şekilde çığlık attı. Ancak kendi de dahil kimse sesini duymuyordu. Belki de daha iyiydi. Kapının ezmesiyle kırılan kemik seslerini duymak zorunda değillerdi.
Kapı kapandığında ayaklarına bir miktar kan sıçradı. O kadar hızlı fışkırmıştı ki ayaklarındaki bota rağmen hissetmişlerdi. İki askerde dehşete düşmüştü. Biri sinirleri bozularak ağlamaya başladı. Diğeri onun kolundan tutup iteleyerek ilerletmeye devam etti. Bu canavarın ne yapacağı belli olmazdı. İleriden bir daha sola döneceklerdi. Karşılarında bağıran bir grup asker daha vardı. Kendilerini ellerini kollarını sallayarak çağırıyorlardı. Ancak hiçbir şey duyulmuyordu. Birden arkasında bir hareketlilik hissetti. Ne olduğuna bakmak istemiyordu ama bedenine hakim olamadı.

Arkasını döndüğünde ise kapı kıpırdıyordu.

Koe, kapının altında kalan askerin yaşamı solan gözlerine baktı. Boğazına kadar kapının altında kalmıştı, dışarıda sadece kolları ve başı duruyordu. Bu kendisi için bile vahşilikti belki ama şu an intikam hırsından hiçbir şey görmüyordu. Onların istediği gibi bir canavar olmuştu, gerçek bir canavar. Bunu yapmasının tek nedeni vahşilik değildi  en azından. Kapının alttan kilitlenen mekanizmasını görmüş ve kanla bozmayı ummuştu. Kapı mekanizması bozulsa bile kapıyı yok edemeyeceği için kaldırması gerekecekti çünkü. Ellerini kapıya dayadı. Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapadı. Konsantre olması gerekiyordu. kim bilir ne kadar güç uygulaması gerekecekti. Biraz daha derin nefes alıp verdikten sonra ittirmeye başladı.
Önce bir ses topu kadar, yetmedi.
Sertçe nefes aldı ve göğsünü bir miktar şişirip denedi.
Gorilla scream kadar, kımıldamaya başladı eğer altına girebilecek kadar kaldırabilirse yeterdi.
Bütün gücünü kullanmıştı ama kapıyı açmayı da başardı. Şimdi zor kısım başlıyordu. Kapıyı kaldırmak için neredeyse gorilla scream kadar güç harcamıştı. Kalan son gücünü ses hızına verip kapının altından ezilmeden geçmeliydi. İşin zor yanı bu kadar gücü yeterince hızlı verebilecek miydi bilmiyordu. Kapıyı bırakmasıyla kapanmaya başlaması arası hamlesini yaptı. Kapının sonuna geldiğinde belden aşağısı hala kapının altında duruyordu. Bacaklarını son anda olanca kuvvetiyle çekerek kıl payı bundan da kurtuldu. Belki bacakları ezilmezdi ama onu yavaşlatırdı ve hızını almışken yavaşlamak istemiyordu. Ayağa kalktığında karşısında düştüğü dehşetten kıpırdayamayan ve ağlayan bir asker gördü.

-Kapıyı kapatın çabuk!
-Ama efendim iki asker hala...
-Onlar ölü asker anladın mı ÖLÜ! Şimdi şu lanet kapıyı kapat.

Asker istemeyerekte olsa emre uymak zorunda kaldı. Belki ölü değillerdi ama onları kurtarmaya gitmenin işe yaramaz bir kahramanlıktan öte olmayacağını biliyordu. Askerlerin üstü olduğu her halinden belli olan adam etrafa bağırıp çağırmaya devam ediyordu.

-Hadi kızlar! Kıçınızı kurtarmak istiyorsanız o bebeği hemen ayarlarsınız

Odada etrafa bağırıp çağıran adamla birlikte beş kadar asker vardı. ikisi ortada duran dev gibi bir silindirin kapıya nişan alması için deli gibi bir tekerleği döndürüyor, biri kapıyı kapatıyor biride nişan aldıkları şeyi ateşlemek için üzerinde duruyordu. Bir çarpma sesi duyuldu. Ardından hoparlörden bir ses duyuldu.

"Komutan! Etrafta bağırıp çağırma! Ona sadece içeride ne olduğunu söylüyorsun!!!"

Komutan sessizce bir küfür etti. Ama sesin sahibine hoparlörü zamanında kapattırdığı ve sağır olmadıkları için minnet duymaktan kendini alamadı. Bir süre sonra her şey hazır beklemeye başladılar. Sonsuzluk gibi geçen yarım dakika kadar sonra kapıya bir şey vurdu. Bu kapı diğeri kadar sağlam değildi. Hatta basit bir demir kapıydı.
Ama yine de tek bir darbeyle bu kadar yamulmasını beklemedikleri yüzlerindeki dehşetten belli oluyordur. İkinci vuruş. Kapı artık iyice yamulmuştu. Komutan elini kaldırıp olanca gücüyle bağırdı "Hazııııııır!!!!"
Üçüncü vuruş
"Beklee!!!"
Bir vuruş daha sonra kapı kağıt gibi yırtılarak açıldı ve içeri canavar girdi. Komutan üstüne gelen demir parçalarına aldırış etmeden bağırdı
"Ateeeeeeeeş!!!!"

Koe içeride kendisi için bir silah olduğunu duyduğu için hazırlıklı girmişti. Ama tahmin edemediği şey bunun bir lazer topu olduğuydu. Son anda dişlerinin arasından yolladığı basınçlı havayla ters takla atarak direk olarak vurulmaktan kaçmış olsa da lazer göğsünü boydan boya sıyırmıştı.

Kalbinden karaciğerine kadar olan kemikleri erimiş bir şekilde yere düştü. Ancak endişelenmesi gereken başka bir şey işitmişti.
"Aşağıya!!!!"
Biraz sonra bir asker büyük tekerlerin yanına gitmiş çevirmeye başlamıştı. Lazer omuzunun üstüne doğru hareket etmeye başladı. Zemini eriterek yavaşça yaklaşıyordu. Koe önce şaşırsa da aynı hızla yeni bir duygunun etkisine girdi "heh demek buraya kadarmış"
Bu duygu rahatlamaydı.

Aradan geçen birkaç saniyede bütün hayatı gözlerinin önünden geçti. Ama hepsi değil, sadece iyi anılar.. Samimi bir şekilde eğlendiği çocukluk anılarını hatırladı.
Geçen birkaç saniyeye rağmen hiçbir değişiklik hissetmiyordu. Belki de lazer düşündüğünden hızlı etki etmişti. Kafasını kaldırmayı denedi. Göğsünde ki yanıkta hala buz gibi bir his vardı. Sanki bir buz kütlesi konulmuş gibi. Ama bu aldatıcı etkiyi biliyordu. Birazdan sıcaklığın yakıcı etkisi bütün benliğini kaplayacaktı. Ayağa kalktı. Bir Sekonder olarak acı eşiği yüksekti ama bu kendisini daha sert yapmıyordu.
Karşısında bir keşmekeş vardı. Dehşete düşmüş beş asker dev lazer topunun düğmeleriyle oynuyor ve birbirlerine çabuk olmaları gibi bir şey bağırıyordur. Koe yarasının da verdiği bitmişlik hissiyle yarım adım attı ve yavaşça nefeslenmeye başladı.
Tam olarak ne kadar vakit geçmişti kestiremiyordu ama şu sözü duyduğunda kendine geldi "Ateeeeeeş!!!"
Birden zaten biriktirdiği nefesle ses dalgaları yolladı. Vaktinde yapmış ve dev ışın üstüne gelmeden askerleri vurmuştu.

Artık tek bir kişi kalmıştı. Önce askerlerden irice olan komutanın yanına gitti ve.giysisini alıp normal birini öldürebilecek olan yarasına ilk yardım uyguladı. Bulduğu en büyük bez olan komutanın giysileriyle sararak tamamladı ilk yardımını. Çok güç kullanması ve yarasının etkisiyle yavaş yavaş nefes alıyordu. Ayağa kalktı ve girince sağda kalan duvara doğru yürüdü. Belki nefreti belki intikam isteği belki de ölümün kıyısına gelmenin verdiği huzur. Ama bu duvarın arkasında kalp atışları duyuyordu. Normalde de sesi manipüle etmesinden kaynaklanan bir süper duyu özelliği vardı. Ama böyle bir duvarın arkasından kalp atışlarını duyabilmek için uğraşmamıştı bile. Duvara bastırdı. Duvar bir kapı gibi açılır açılmaz işte karşısındaydı

Yıllardır intikam hasretiyle yandığı adam. Taro. Bir sandığın üzerine oturmuş elinde biriktirdiği yıldırımla yaklaşmamasını söylüyordu. Birden içi öfkeyle dolmaya başladı. O kadar hızlı ve o kadar yoğun bir öfkeyle doluyordu ki kendi bile inanamadı. Sanki yıllardır altına duvar ördüğü öfke havuzunun zemini parçalanmış gibiydi
Öfke sadece artıyor ve durmuyordu. Önce karşısındakinin dediklerini duyamaz hale geldi. Sonra bedenindeki acıyı unuttu. En sonda kendisine çocukluğunda bakan kadının sön sözleri kafasından giderek uzaklaşan bir ses gibi azaldı ve sonunda tamamen sessizliğe büründü.

Tora'nın bir anda konuşması kesildi. Karşısındakinin bir insan olmadığı zaten kesindi ama bir canavardan öte bir şey duruyordu artık. Hiçbir şey değil ama o gülüş, kameralardan gördüğü ve dev lazerle vurulmasına rağmen gitmeyen o gülüş, ölümün kıyısında bile gitmeyen o gülüş, gitmişti...

Koe büyük bir öfke narası attı. Bu bir saldırı değildi. Saf öfke ve intikam hırsıyla titreyen ses tellerinin tüm bedeninde dolaşan hissi ortaya koymasından gelen içten, korkutucu ama en çok öfkenin hissedildiği bir naraydı bu. Karşısındaki canavar, hayır canavardan öte şey hiçbir saldırı yapmamıştı ancak Tora bu narayla olduğu yere çakılıp kalmıştı. Giderek üstüne geliyordu. O gözleri, gülümsemesi olsaydı psikopat diyebileceği gözleri, kanlanmış gözleri sanki ateş saçıyordu. Ve ağzı, öldürme isteğinin aynası gülüşü yerini birbirlerini parçalamaya çalışırcasına sıkılan dişlere bırakmıştı. Dudakları sanki bu dişleri kapamamak için direniyormuş gibi titriyordu.

Yanına geldiğinde Tora kararını vermişti. Zaten son birkaç saniyedir başka hiçbir şey düşenemiyordu. Bedeni ve aklı bu korku karşısında köle olmuş sadece korkuyu tanımlamaya çalışmıştı. Gözlerinden boşalan yaşları algılayamıyordu. Elindeki yıldırımın ışığı sönmüştü. Beyninin karşısındaki için tanımladığı şey ise, 6 metrelik bir şeytan olduğuydu.

Ağzından çıkan son nefesi ise üstüne yerleşen siyahi bir kadının lanetini tüm benliğiyle çıkartırcasına basit ve özdü.

 "AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!"



Bölüm 4

Karen ve Amy hala dinledikleri hikayenin etkisinde sessizce duruyorlardı. Amy üzüldüğünü belirtmek istiyordu. Karen ise ne yapacağını kestiremiyordu. Sessizliği Tiz Çığlık lakaplı adam bozdu:

-Hadi yatalım yarın zor bir gün olacak
-Ha evet görev hakkında hiç konuşmadık
-Uzun bir gün oldu. Yarın konuşuruz

Amy ve Karen birbirlerine baktılar. Sonra herkes birbirine hafifçe gülümseyerek artık yatmaları gerektiği konusunda anlaştı. Yarın uzun bir gün olacaktı. Amy'nin de yatmak için kalktığını gören Koe "Sende mi?" der gibi bir bakış attı. Amy başkalarının enerjisini hissettiğini Koe'nin bilmediğinden emindi.

-Ama sen, nasıl...?
-Ben yeteneklerin de sesini duyabilirim

diye cevap verdi normalden daha büyük bir gülümsemeyle iri yarı adam. Amy sorgulayan bakışlarını değiştirmeden bakmaya devam edince Koe de açıklamaya girişti.

-Her şey bir ses çıkartır. Örneğin yumruğunu sıktığında kasların gerilir. Aynı şekilde yetenekler kullanılmadan öncede kendilerine has bir ses çıkartır. Mesela Karen ateş yakmadan hemen önce çıkan bir kıvılcım sesi var. Sen yeteneğini kullanırken odunun büyürken çıkarttığı bir tür çatlama sesi çıkıyor. Ama dışarı değil, içe doğru. Her şeyi içine çeker gibi. Eğer bir kere görürsem daha sonra yeteneğini ve hatta ne tür bir saldırı yapacağını önceden kestirebiliyorum.

Amy ilk defa duyduğu bu özelliğe hayranlıkla bakarken, Karen sadece yaktığı ateşten yeteneğinin bu kadar büyük ölçüde çözülmesinden ufak bir endişe duymuştu. Amy'nin gözlerindeki hayranlığı gören Koe kısa bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti.

-Ancak yine de ilk defa duyduğum bir şey hakkında sonuç çıkarmak sorun oluyor. Örneğin kasların gerilmesini duymakla yumruğu nasıl atacağını bilemem. Yine de bir yere kadar yardımcı oluyor. O değil de senin yeteneğin Amy, bu yetenekle uyuyabiliyor musun?

Amy nasıl uyuduğuna dair açıklama yapmakla ilgili kısa bir endişe duymuştu. Karen'a odaklandığı için uyuyabildiğini yakışıklı delikanlıya söylememişti henüz. Bunu gören Koe karşılık verdi.

-İstemiyorsan cevaplamak zorunda değilsin.

Bir mırıltı gibi güldükten sonra Karen a baktı. Karen aynı karşılığı vermeden Amy ile ufak, kütükten yere girmek üzere ayaklanmıştı. Birden ensesinde mengene gibi bir kuvvet hissetti.

-Sen nereye gidiyorsun delikanlı?

Karen bir anda gelen anlamlandıramadığı bu soruyla sendeledi.

-Onunla aynı yerde mi uyumayı düşünüyorsun ha? Aklından ne geçiyor senin?

Koe gözlerini kısarak suratını Karen'a yaklaştırıp bu cümleleri söylerken Karen da dumura uğramış bir şekilde Amy e bakmaya çalıştı. Ancak ensesindeki el boynunu kullanmasına izin vermiyor zavallı delikanlı refleksleriyle çırpınıyordu. Amy ise muzip bir gülümsemeyle abisi tarafından korunan çocuk hissinin tadını çıkartıyordu. Durumu anlayan yakışıklı çocuk "Hiçte komik değil" diye düşünürken Koe tarafından ensesinden çekilerek sürüklenmeye başladı:

-Benimle gel dışarıda uyuyacağız.
-A...ama...
-Hormonlarına sahip çık delikanlı

Karen kastedilen şeyi anlayıp kızarırken itiraz etmek istedi ama zaten neredeyse sürüklenerek götürülürken buna fırsatı olmamıştı.

Ertesi sabah gün ışığı üstlerine vurmadan yola çıkmışlardı. Süreleri kısıtlıydı ve yol en az yarım gün sürecekti. Düşmanın hesaplanandan daha uzun sürede harekete geçmesi sorun olmazdı ancak daha erken olursa durum vahimdi. Sonunda geriye sadece gittikleri yere varmak kaldığı için Amy bilgi alışverişine başladı:

-Evet, görevi özetlemem gerekirse bir tür yapay yetenek fabrikasını yok etmeye gidiyoruz. Fabrikanın içeriği ne yaptıkları ve hatta ne olduğu belirsiz ancak yaptıkları şey bütün dünyayı tehdit ediyor ve giden bir çok elit grup geri dönemedi. Bu yüzden vakit dar ve başka birini çağıracak vaktimiz yok. Yine de takviye istedim ama vaktin de yetişemeyeceklerdir. Bazı özel yetenekleri olduğunu duydum ve bunları nasıl elde ettiklerini bilmiyoruz. Ama çok güçlü bir şey olduğu kesin. Bu yüzden en yakın ve güçlü grup olarak biz seçildik ve dar vakitten dolayı sadece bir kişilik kontenjanımız vardı

Koe beklediğinden daha kısa bir açıklama almıştı. Ama işin belirsizliği ve güç seviyesi mevcut küçük gruplarının dahi yetmeyebileceği hissini veriyordu.

Uzun tempolu ancak yormayan bir tempoyla hedeflerine vardılar. Gerçekten de bir fabrikaya benziyordu burası. Büyük bir bina ve çevresinde tek bir yol. Geldikleri bu yol kendilerini geri taşımaya istekli durmuyordu neredeyse. İyice yaklaştıkları sırada Tiz Çığlık lakaplı adam eliyle durmalarını işaret etti. Onun konuşmadığını gören ikili de birbirlerine bakarak beklemeye başladı. Koe, derin bir nefes alıp ve ağzını açarak bir süre bekledi. Havanın tadını alan bir yılanla avını dinleyen bir yırtıcı arasında gidip geliyordu görüntüsü

-Bizi ciddi bir havai fişek gösterisi bekliyor.

Yeşil Kan nasıl olduğunu kestiremese de lakabına yakışır bir şekilde bir tür eko özellik kullandığını anlamıştı Tiz Çığlıkın. İkiliye döndü dev adam:

-Birlikte çalışmakta ne kadar iyisiniz?

Karen kaşlarını kaldırıp bu üç değişik elementten nasıl bir saldırı çıkacağını pek kestiremezken Yeşil Kan sonuçları gözünde canlandırıyor gibi parlamaya başlamıştı.

Fabrikada ki görevliler yabancıları çoktan tespit etmiş menzile girdikleri takdirde ateş altına almak için hazırlanmışlardı bile. Patronları onları buraya koyarken verdiği moral yeterince tetikte olmalarını sağlıyordu

"Eğer düşman saldırmaya karar verirse ilk ateşe maruz kalacak sizlersiniz"

Gözlüklerinde kızılötesi, gece görüşü gibi bir çok özellik bulunan Paul patronunun bu sözlerini hatırlayıp sözleri sindirmek ister gibi yutkundu. Gözlüklerindeki ileri teknoloji dürbün özelliğini kullanarak bir kere daha baktı yabancılara.

"Ne yapıyorlar?"

Yabancılardan en iri olanının önünde önce bir sürü odunu ateşe vermişlerdi. Şimdi de gittikçe büyüyordu odun kütlesi ile üstlerindeki alevler.

"Ne yapacaklar yani o ateş topunu üstümüze mi atacaklar? Daha silahların bile menzilinde olmayan bir yerden öyle mi? Yeşil kan gibi bir efsane ya da o zengin züppe ve hatta o canavar bile böyle bir şeyi yapamaz. Yapamamalı. Yapabilir mi?"

Eğer bir çizgi film karakteri olsaydı gördüğü şeyle gözleri gözlüklerini kırıp dışarı fırlardı. Gerçekten de o dev gibi ateş topu havalanmıştı. Üstlerine geliyordu. Paul can havliyle ateş emri verdi. Ancak bu saldırının bir meteorla eşit güçte olduğunu kendisi gibi gözetleme mevzilerinin aranan adamlarından biri olarak kolayca anlamıştı. Yapabileceği hiçbir şey yeterince hızlı tesir etmeyecekti bu saldırıya.

Bütün fabrikanın telaşeye büründüğü ve kelimenin tam anlamıyla meteor düşmesi ile aynı derecede zarar gören deliğe toplanan adamlar gergin bir şekilde davetsiz misafirleri bekliyorlardı. Yanan ateşin çıkardığı dumanın ardından genç bir delikanlının sesi duyuldu.

-Biraz abarttık mı?
-Hiçte bile hehe

Delikanlıya cevap veren ses oldukça toktu ve kim olduğunun anlaşılması için görünmesine gerek yoktu.
"Patronun dediğini yaparsak iyi olacağız"

Böyle bodoslama bir saldırı için kendilerine verdikleri tenkit buydu. Tiz Çığlık ve Yeşil Kan gibi efsanelerin birlik olması düşüncesi bile bütün bir şehri yok edecek bir bombayı çağırıştırıyordu insana. Ve o bomba işte buradaydı.



Karşılarındaki kalabalıktan gelen endişeyi neredeyse duyabiliyordu Tiz Çığlık. Sesi alçak ama ritmi hızlı bir şekilde hızlı bir brifing verdi yanındakilere.

-On üç kişiler. Yedi toprak, beş su ve birde anlayamadığım bir yetenek. İyi bir ısınma olacak...
-Biliyorum
-Sana demedim Amy
-Ha?
Belli ki bu kelimeler diğer yetenekleri hissedemeyen tek kişi için söylenmişti.

Birkaç dakika önce. Kapı kırılmak istenircesine yumruklanıyordu.

"Patron! Patron! Acil durum"

Kapının ardından otoriter ama yumuşak bir sesle direktif geldi.

"Gel"

Kapıyı sanki vahşi bir hayvan tarafından kovalanıyormuş gibi açıp kapatan bir adam nefes nefese içeri girdi. Bir asker selamı durduktan sonra dizlerine eğilmekle eğilmemek arasında gidip gelirken nefesini düzenlemeye çalıştı. Otoriter sesin sahibi gülümseyerek bu duruma anlayışla karşılık verdi. Soluğu konuşabilecek kadar düzelen adam alıştığı askerlik edasıyla rapor vermeye başladı. Hala tam olarak sakinleşememişti
.
-Patron, geldiler. Tiz Çığlık, Yeşil Kan ve...
-Karen...
-E-evet patron...

Karşısındaki kişi kim olursa olsun Karen gibi nüfuzlu birine ilk adıyla hitap edebilecek olmasını hemen sindirememişti rapor veren adam. Konuşmaya devam etmek üzere ağzını açtığında karşısındaki gülümsemesini hiç bozmadan aynı otoriter edayla konuşmaya başladı

-Demek suya dönüşme hızı en yüksek adamımızın bile ona karşı bir şansı yok ha? Heh, IGO-200 projesinden kaç tane hazır var?
-Bir tane patron
-Kullanıma hazır mı?
-Eksikleri giderildi ve mükemmel çalışıyor ancak tam güç dövüşebilmesi için birkaç dakika şarj edilmesi gerek.
-Hmm bir tane demek. Sanbi takımı ne alemde?
-Elimizde benimle birlikte altı toprak, beş su var.
-Başka?
-Birde giriş silahlarını kontrol eden gözetleme takımı delta-A
-Anladım. IGO-200 hazır olana kadar onları oyalayın. Gerisini o halleder.
-A-ama patron...sen?

Adam kelimenin tam anlamıyla genel müdür koltuğu olan deri kaplı koltuğundan yavaşça kalktı ve arkasını neredeyse durumdan zevk alır bir halde dönerek gösteri yapar bir eda ile konuşmaya başladı.

-O yabancılardan sadece birinin beni yenme şansı var. Şimdi sana söyleyeceğim taktiği izlersek sadece biraz zaman kaybederiz ama kimse bizi durduramaz...

Koltuktaki adam konuştukça yüzündeki gülümseme yayılıyor ve oda da rapor veren adama tuhaf bir ürperti veren rüzgar şiddetlenmeye başlıyordu.

-Hem de hiç kimse...

"Sadece birimizin şansı var ha? Heh kim olduğu gayet bariz aslında..."

-Hey biraz yardım etsen!?

Tiz Çığlık düşüncelerinden Yeşil Kan lakaplı askerin bağırmasıyla kendine geldi ve eline baktı. En son yere iki elini birleştirerek vurup yer altından saldırmaya çalışan adamı kafasından yakalamış ve onu kafasını toprağa dönüştürmeden öldürürken buraya gelirken duyduğu konuşmaları düşünmeye başlamıştı. Çevresine baktı. Yeşil Kan su ve toprak üzerindeki gücü sayesinde rakiplerinin elementlere dönüşmesini bir yere kadar engelliyor bunu fırsat bilen Karen ve Koe ise onların icabına bakıyordu. Yeşil Kan suya dönüşmüş bir adamın karnına ağaç dallarından yaptığı bir tür mızrak sokmuş onun suyunu emerken kendisine tekrar bağırdı

-Karen!!

Karen son kalan bir su, iki toprak adam tarafından kıstırılmış etrafındaki alevlerle zemini kurutmaya çalışıyordu.

"Lanet olsun! Zemine bataklık yapıp beni içine çekmeye çalışıyorlar"

Bir kere daha ışınlandı Karen. Ancak ışınlandığı yerde de hemen bir bataklık oluşturmuşlardı.
Bataklıktan bir kafa çıktı ve neredeyse akrobatik hareketler yapan delikanlıya dikti gözlerini

"Seni zıpzıp züppe...Bizden kaçamazs..."

Merkezi konuşan bataklık kafa olmak üzere ufak bir birikinti parçalara ayrıldı lafını bitiremeden. Bunun üzerine altında açılan zemine attı kendini Karen. Son anda çektiği bacaklarını bataklıktan kurtardı zorlukla. Sert zeminden aldığı destek ile bir kaç takla ve parendeyle menzillerinden uzaklaşırken ışınlanmasına bile yetişen bataklık kendisini takip etmeye devam ediyordu.
Tam yakalanacakken az önceki ses topundan farklı olarak ses dalgalarından oluşan bir saldırıya yakalandı bu seferde. Bataklık, ses dalgalarının gittiği yöndeki duvara yapışıp orada birikmeye başladı. Ses dalgaları bittiğinde bataklığı oluşturan üç adamdan sırayla bir inleme sesi yükseldi. Bu sırada saldırının kenarından vurularak istemsizce attığı dördüncü taklayla yere düşen Karen sitem dolu bir bakış attı saldırı sahibine. Tiz Çığlık neredeyse muzip bir bakış ile cevap verdi bakışlara

-Ölmeyeceğini biliyordum.
-Ölmeyeceğimi derken?

Bir anda Karen'ın burnunun dibinde biten Koe suratını yakışıklı çocuğa belirgin bir tehditle yaklaştırdı.

-Bir şey mi dedin?
-E-Evet...Bir şey dedim
-Öyle mi?!
-Öyle!

İri yarı adamın tehditlerine gittikçe daha çok alışan Karen bakışmalarından kıvılcım çıkartmak ister gibi bakıyordu. Ancak hala Koe'yi kesin olarak yenebileceğine dair bir özgüveni yoktu doğrusu. Bu sırada duvara yapışan bataklıkta bir dalga şeklinde üstlerini örtmeye başlamıştı. Bataklıktan çıkan kafalar hep bir ağızdan konuşuyordu

-Bu yeterli değil. NE!?
-Siz ikiniz testosteronlarınızı karşılaştırırken aramızda gerçekten dövüşenler var

Yeşil Kanda yorgunluk izleri kendini göstermeye başlamış ancak henüz dövüş kabiliyetini etkiliyormuş gibi durmuyordu. Bataklığın bir kısmını emip adamlara saldırılacak kadar bir açık bırakınca geri çekilen Yeşil Kanın ardından alev ve ses dalgalarından bir patlama oldu.

Etrafı oldukça dağıtmışlardı dövüşecek kimse kalmayınca. Yeşil Kan ve Karen hiç durmadan tüm güçleriyle koşmuş gibi nefeslerini düzenlemeye çalışırken Tiz Çığlıkta belirgin bir yorgunluk emaresi yoktu. Yanındaki nefeslenen ikiliye baktı

-Biraz paslanmışım anlaşılan

Karen alaya alındıklarını düşünüp dudak büzerken Yeşil Kandan bu düşüncesine ters, neredeyse endişeli bir yaklaşım yükseldi

-Devam edebilecek misin?
-Hala sağlam bir dövüşü daha kaldıracak enerjim var.

Karen onun bir sekonder olduğunu hatırladı yeni fark etmiş gibi. En güçlü sekonderlerden biri olmasının hakkını sonuna kadar veriyordu böyle bakınca. Normalde de sekonderler fiziksel üstünlükleri sayesinde belirgin acı, yorgunluk gibi hisleri göstermezlerdi.

"Bu durumda Tiz çığlık kemikleri unufak dahi olsa bundan daha fazla tepki vermez"
diye geçirdi aklından derin bir nefes daha alırken

Tiz Çığlık kafasıyla ilerlemelerini işaret etti soluklarını düzenleyen ikiliye:

-Bu merdivenlerden çıkınca tam karşıdaki oda da. Gerçi önce bu şeyi geçmemiz gerek.
-Bu şey...?

Merdivende kimse yoktu. Ancak Tiz Çığlık birden durunca yanındaki ikilide aynı şekilde durdu ve bahsettiği şeyi aradılar gözleriyle.

Amy bunun garip olduğunu düşünüyordu. İnsanların enerjilerini hissedebilirdi. Ancak bu gelen şeyi en iyi tanımlayan kelime gerçekten de "şey" olduğuydu. Bir enerji hissetmiyordu. Ama yıllar boyu yaptığı dövüşlerden edindiği içgüdüleri onun canlı olduğunu söylüyordu. Peki ama canlı olduğu halde hissedemediği bir şey gerçekten var mıydı?

Karen karşılarına çıkan şeyle bir kez daha dumura uğradı. Yeşil Kan lakaplı askerin neden yanındaki canavarı yanlarında getirmek istediğini artık daha iyi anlıyordu. Bütün bu olanlardan çıkarabileceği tek şey onsuz buralara kadar bu kadar kolay gelemeyecek olmalarıydı. Daha da kötüsü Amy'nin verdiği tepkiydi şu anda. Onu ilk defa bu kadar afallamış görüyordu. Karşılarındaki şeyde bu kadar tuhaf olan neydi? Dış görünüşünden başka tabii. Tek gördüğü bir tür zırh giymiş biriydi. Ama hareketleri tuhaftı. Fazlasıyla bütün yürüyordu mesela. Neredeyse şey gibiydi.

"Yoksa...!?"


Bölüm 5

"IGO-200 özellikle sana karşı kurulmuş bir proje Yeşil Kan"

Yeşil kan lakaplı asker kolundaki kanın akmasını umutsuzca önlemeye çalışmaktan bile vazgeçmiş, yerde kanlar içinde yatan Karen'ın üstüne çökmüştü.

-S-senin...hatan...değ *öhö* değil
-Sus! Kendini zorlama!

Gözleri iyice dolmaya başlayan Yeşil Kan düşmanlarının kendilerine saldırmak için üzülmelerini beklemeyeceğini biliyordu. Bu yüzden gardını indirmemişti ancak Karenı da bırakmak istemiyordu. Zaten karşısına çıkan kişinin kimliği yeterince insanı yerine çakan bir gerçekti.

-G...git

Amy "Seni bırakamam." demek istedi ancak bu dediğinin ne kadar yersiz olacağının farkındaydı. Kendine gelip bir çözüm bulması gerektiğini biliyordu ama durum o kadar umutsuzdur ki.

-"Dokunamadığım birini nasıl yeneceğim" diyorsun öyle değil mi Yeşil Kan?...

Amy sesteki otoriterlik ve buna 180 derece zıt yumuşaklık karşısında neredeyse her seferinde dehşete düşüyordu.

-Şey, sanırım haklısın, dokunamazssan yenemezsin. Şansa bak ki aranızdan bana karşı en yüksek şansa sahip kişi arkada kaldı. IGO-200 projesinden bir parçanın en güçlü sekondere karşı dahi bu kadar iyi sonuç vereceğini düşünmüyordum açıkçası. Özellikle sana karşı yapılmış olmasına rağmen
-Sonuç mu verdi? Yoksa...?!

Adam bir kumandayla odadaki yan düşmüş transparan ekranı açtı. Merdivenlerin başında karşılaştıkları şey ufak bir kraterin ortasında ayakta sallanırken altında sırtüstü yatmış Tiz Çığlık ekrana geldi.
-Hayır Koe!!!

On dakika kadar önce buralara gelene kadar pek çok olay yaşanmıştı elbette.
"Bir robot yapabilecekleri aklımın ucundan geçmezdi."

Amy:

-Demek bu yüzden enerjisini hissedemiyordum
-Tam olarak robot demek olmaz

Karen ve Amy bu son sözler üzerine Tiz Çığlık lakaplı adama dönmüşlerdi. Gülüşü hafif kırıklaşmış ama belirgin bir şekilde saldırı pozisyonu almıştı. Yanağından bir ter damlası süzülüyordu. Belli ki yanındaki ikilinin farketmediği bir şeyi anlamıştı.

Robot, kendisinden beklenecek derecede düz hareketlerle üzerlerine yürümeye başladı. Bu sırada Koe herhangi bir şeye karşı gardını almış bir şekilde yanındaki ikilinin önlerine geçip onlara hafifçe kollarını germişti.
Kardeşlerini korumak isteyen bir abi gibi:

-Bir makinenın çalışmasında duyduğum sesleri çıkarıyor. Ancak içinde tuhaf bir şey var. Ne olduğunu anlayamıyorum ama bana canlıymış gibi bir his veriyor. Bundan hoşlanmadım. Kendinize dikkat edin

Robot birden bir hamle yapmıştı. Çok hızlıydı. Tiz Çığlık kadar hızlı. Belki daha da fazla. Herkes kendince bir savunma yapmaya kalkışmıştı ki gardını en sağlam tutan kişi yani Tiz Çığlık karşılık verdi saldırıya.
Amy suratının dibinde biten ve enerjisini hissedemediği yumruğun oluşturduğu havayla saçları geriye doğru dalgalanmıştı. Karen üstüne atlayıp onu geri çekmeye çalışsa da eğer Tiz Çığlık olmasaydı bunu asla zamanında yapamayacağını biliyordu. Yumruğu tutan Tiz Çığlıkın yüzündeki gülümseme biraz daha belirgin bir hal alırken yanağındaki damla etrafa yayılan hava dalgasıyla uçup gitmişti. Kolu saf kas gücündeki denklikten dolayı titreyerek robotun tuttuğu yumruğunu kaldırmaya başladı:

-Bak sen benim kadar hızlı ve güçlü bir robot he? Kendini bir şey zannetme teneke!

Diğer eliyle attığı yumrukla robotu birkaç adım geriye ittirmeyi başarmıştı. Ancak robotta herhangi bir zarar görünmüyordu. Koe yumruğu tuttuğu eline baktı.

"Tuhaf. Kolunda sürüyle çivinin bir çivi tabancasına takılması gibi bir ses duydum. Çivi çakmaya benzer bir saldırı bekliyordum ama olmadı. Acaba...Hng ne!!!"

Karen tam Amy'e iyi olup olmadığını soracakken ikisi de bulundukları ruh halinden Tiz Çığlıkın elinden çıkan vurma sesiyle çıktılar. Amy istemsiz bir tepki verdi:

-Koe!!!

Ancak Karen onu tuttu. Ne olduğunu anlamadan Amy'nin o adama koşmasına izin vermeyecekti. Zaten Tiz Çığlıkta buna izin vermezdi.
Koe'nin elinde peşpeşe çivi çakılması sesleri çıkarken onun yapabildiği tek şey bileğini tutarak elini sabit tutmaya çalışmaktı. Elinde patlayan vuruşlar yüzünden bileğindeki bütün damarlar ortaya çıkmıştı. Başta acıya karşı çıkardığı ufak bir inleme dışında bir ses çıkarmıyordu ama gülüşündeki çarpıklıktan canının ne kadar yandığı görülüyordu. En sonunda saldırı durmuş Tiz Çığlık öldürme içgüdüsünden gelen gülüşünü bütün belirginliğiyle robota göstermişti.

-Amy, Karen...Sanırım bunun rakibi benim.

Robot ve Tiz Çığlık daha ne olduğunu anlamadan aralarındaki mesafeyi kapatıp bilek bileğe bir ittirme yarışına girmişlerdi bile. Çarpışmadan ancak bir an sonra ortaya çıkan darbenin şiddeti ise ortalıktaki toz dumanı uzaklaştırmıştı. Karen Amy'i sürüklemek isterken Amy itiraz ediyordu

-Hayır onu beraber yenebiliriz.

Karen artık olaya müdahale etmesi gerektiğine karar verdi. Kızın önüne geçip yüzünü elleri arasına aldı. Gözlerini kızın yeşilleriyle kenetledi.

-Hayır, Amy! Beni dinle. Bundan sonraki kişi için birlik olmalıyız.

Yeşil Kan şaşırmıştı. Bütün tecrübesine rağmen durumu okuyamıyor muydu? "Saçmalık!"

-Amy! Düşün, ya hep beraber yarı ölü şekilde o adamın karşısına çıkarız ya da sadece ikimiz az yorgun bir halde! Anlıyor musun?

Amy yakışıklı çocuğun siyah gözlerine baktı. Durumu şimdi kavramıştı. Aslında zaten biliyordu ama içindeki bir yanı, birlikte olduğu kimseyi kaybetmeme hissi yüzünden görmezden gelmişti. Koe'ye baktı. En güçlü sekonder robotla giriştiği güç mücadelesinde ne kadar zorlandığını belirten beklemelerle konuşmaya başladı:

-Son bir cümle mi istiyorsun? Heh. Unutma, yalnız değilsin. Şimdi git!

Son cümledeki bağırmasında ortaya çıkan boşluğu fırsat bilen robot Tiz Çığlıkın üstüne çullanmıştı. Tiz Çığlık bir dizinin üstüne çöktü ve kendini zorlamasının verdiği zorlukla ancak bir gözünü açarak yanındaki ikilinin merdivenlerden çıkışını izledi.

Yeşil Kan merdivenlerden çıkarak karşısındaki ilk odanın kapısını kırıp içeri girdi. Peşinden Karen gelmişti.


"Hoşgeldiniz. Yeşil Kan ve..."

Karşılarındaki masanın arkasında bir seruma bağlı olan adam Tiz Çığlık ve robot arasındaki itişmenin oynadığı transparan ekranı kapattı ve cümlesini tamamlarken kapıyı kıran ikiliye döndü:

"...Karen"

Adam serumu çıkartırken Amy de Karen da dehşete düşmüşlerdi. Enerjiyi sadece hisseden ancak kimin olduğuna dikkat etmeyen Amy'nin suratında öfke izleri belli olmaya başlamışken Karen hala bu gerçekliği sindirmeye çalışıyor gibiydi.

-Sen!
-General?
-Evet sevgili Karen doğru görüyorsun. Ben General Merda

Amy onunla olan hatıralarını hatırladı. Kendisinden Tiz Çığlık ı yakalamasını isteyen, ne olduğunu bile bilmediği sandık için göreve yollayan kişiydi o. Neredeyse öğrencilerinden birini bu yüzden kaybedecekti, hatta kendi canından bile olabilirdi. Amy öfkeden saldırmak için harekete geçerken Karen daha mantıklı bir duruş sergiledi:

-Ama neden?
-Nedeni bu sevgili Karen...

Amy'nin saldırısı karşısında kılını bile kıpırdatmamıştı General. Elinde bir kırbaç gibi yaptığı büyük dal masayı ikiye bölmüştü Amy'nin ama general hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Öyle ki sesi, duruşu, hatta saçı bile bozulmadan konuşmasına devam etti.

-Bunun ne olduğunu biliyor musun?

General elinde bir tür taş tutarken Amy saldırmaya devam ediyordu. Arkasından, önünden, yanından. Ama işe yaramıyordu. Başka saldırılar denedi. Zemini bataklığa çevirmeyi, daha büyük bir ağaçla vurmayı. Ancak hala hiçbir şey olmuyordu. Tek bir şey kesindi. Saldırılar içinden geçip gidiyordu. Karen durumun ne kadar aleyhlerine gitmeye başladığını gördükçe içindeki umutsuzluk büyüyor ama genede dinlemeye devam ediyordu. Zaten generalde konuşmasına hiçbir şey olmuyor gibi devam ediyordu.

-Bu daha adı bile konmamış bir madde. Biz buna YÇ diyoruz. Elde etmesi oldukça zahmetliydi. Neyse ki Taro ne olduğunu bile bilmediği bu şeyi bizim için buldu. Ne yapıyor biliyor musun? İnsanların yeteneklerini alabiliyor. Bu yüzden adını YÇ(yetenek çalıcı) koyduk. Gerçi işlem oldukça zahmetli ama bir kere yetenek alındı mı bunun aktarılmasının da mümkün olduğunu gördük. Canlı bir insan üzerindeki testler daha yeni bitti ancak robotlarda durum farklı...

"Robotlar!!!"

Amy de durdu.

-Ama o sandık...boştu
-Yeşil Kan, mühim olan sandığın içindeki değil. Sandığın kendisi

Karen her ne kadar durumun ne kadar kötü olduğunu görse de "zekice" diye düşünmekten kendini alamadı. Bunun üzerine Karen ile birbirlerinin cümlelerini tamamlayarak durumu çözmeye başladılar

-Yani o görev, Tiz Çığlıkın yakalanması
-Bu fabrika bir robot fabrikası
-Ve insanlara element enerjilerini veriyorsunuz
-Ancak sadece su ve toprak var

Amy'nin gözleri büyümüştü. Bu iki yetenek ailesinde vardı. Toprak ve suyu birleştirerek tahta olarak kullanan aile. Kendisinin ki...

-Seni pislik herif!

Tekrar saldırmaya başladı. Bu sefer Karen da ona katılmıştı. General pis pis sırıtarak kolunu kaldırdı

-Kendini çok büyük görme Yeşil Kan. Bu dünya da seninkinden çok daha iyi yetenekler de var

cümlesini bitirirken kolunu savurdu. Bir hava dalgası saldırı yapmakta olan ikiliye çarptı. Amy hissettiği enerji ile savuşturmuştu ancak Karen...

-Ah, görünüşe göre ışınlanma yeteneğinin sınırına gelmişsin Karen

Karen, Amy den farklı olarak böyle bir saldırıyı direk almaktan başka şansı yoktu. Ancak o kadar zamandır bekleyen generalden şimdi bir saldırı beklemiyordu. Şimdiye kadar ki tek iyi şey düşmanlarının yeteneğini çözmüş olmalarıydı. Amy kanayan koluna aldırmadan Karena doğru ilerlerdi. Karen ise bütün öfkesini gözlerinden çıkartmak ister gibi generale bakarken onun yeteneğini söyledi.
-Hava manipülesi

Beraber geldiği ikili gideli bir kaç dakika olmuştu. Ancak kendisi nefeslenmesi gerekecek kadar yorulmuştu bile. Alnında açılan yaradan akan kanı silerken konuşmaya başladı

-Demek mesele sandığın kendisiymiş. Öyleyse sende prototipsin öyle mi?

Robotta da gözle görülür bir zarar vardı. Ancak kendisini hiç yavaşlatmadığıd a aşikardı. Birden ortadan kaybolan robota karşılık veren Koe konuşmaya devam etti.

-Ah gene mi bu numara.

Bir kaç kez çeşitli yerlerde yumruk tokuşturduktan sonra Koe iki kere darbe aldı ve üçüncü darbeyi son anda savuşturarak robotun kafasını tuttu

-Sen yaptıkça daha iyi uyum sağlıyorum tenekEEEEE!!!!

Robotun kafasına olanca gücüyle ses dalgaları yollamaya başladı. Zaten konuşmasının nedeni buydu. Her an saldırı yapmaya hazır bekletiyordu ses tellerini. Robot Koe'nin ellerini tutup yavaşça ayırarak kendini geri çekmeyi başardı saldırı sürerken. Koe de bir kaç kısa nefes alıp verdikten sonra devam etti konuşmaya:

-Heh robot olmak harika olmalı. Benimle aynı gücü paylaşıyorsun. Ancak dayanıklılığın çok daha fazla. Üstüne üstlük acı, yorgunluk gibi hislerinde yok değil mi pislik teneke!?

Bu sırada robotun vurduğu iki yerde de çizi çakılması sesleri yükseldi. Koe sabit durmaya çalışmak yerine nefeslenmeye odaklandığı için olduğu yerde savrulmaya başladı. Görünmez serseriler tarafından ittiriliyormuş gibi görünüyordu

"70...80...90...100"

Patlamalar durmuştu.

-Hehe demek hızın arttıkça patlamaların sayısı azalıyor. O değilde bir robot nasıl bir insan tekniği ve hızı kullanabilir söylesene!?

Generalin hava saldırılarına karşı Amy bütün gücünü kullanıp ağaçtan koruma sağlamaya çalışsada boşluklardan sızan hava akımlarını önleyemiyordu. Ayrıca hiç boşluk bırakmasa dahi saldırının sürekliliği ve gücü de kendi boşluklarını açıyordu zaten. Saldıramadıkları gibi bir de umutsuzluklarını körükleyen bir saldırı gücüyle karşı karşıya idiler. Bu sırada general konuşmaya devam ediyordu.

-Robotların en kötü yanı neydi biliyor musunuz? Çok geç tepki vermeleri. Ne kadar hızlı olursa olsun eğer insan refleksleri gibi hızlı bir tepki süreci yoksa işe yaramıyorlardı. Bunun çözümü için çok uğraştık sonra çözümün gözümüzün önünde olduğunu gördük. Çok basitti. Dünyadaki en hızlı tepki süresine sahip makine nedir? Tabii ki insan.

Amy parçalanan ağacının yerine yenisini yapmaya çalışırken Karen da bu dinlenme süresinden kazandığı gayretle yaptığı alevlerle hava akımını bir nebze saptırabiliyordu. Ancak her şekilde saldırıları en ufak boşluktan dahi alıyorlardı. General kollarını bir orkestra yönetircesine sallıyor keskin hava akımları yollarken ortalığı fırtına götürüyordu.

-Bir insanın sinir sistemiyle gelen hız, YÇ ile gelen teknikler ve robot olmanın verdiği dayanıklılık ve güç. İşte mükemmel asker!!!

Tiz Çığlık iyiden iyiye nefes nefese kalmıştı ancak robotta istediği kıvama gelmişti.

-Demek tahminim doğruymuş. Bir canlıymışsın hissi vermen o lanet insan sinir sistemi yüzünden değil mi? ha!?

Robot aldığı darbelerin etkisiyle yalpalamaya başlamıştı.

-Hehe boş yere mi kafana saldırıp duruyorum zannediyorsun? Ses havadaki titreşimlerdir. Bir yerlerden girip bir şeylere zarar vereceğini biliyordum!

Robot tekrar saldırıya geçince Koe de yumruğu son anda savuşturup robota kafa attı. Robot Koe'nin kafasına yumruğunu geçirene kadarda robotun kafasını tutup ses dalgaları gönderdi kafasını dibine soktuğu için. Ancak Tiz Çiğılık harcadığı enerji ve aldığı zarar yüzünden yere düştü saldırısını bitirince
.
"Lanet olsun beklediğimden daha dayanıklı çıktı. Şerefsiz General, havadaki titreşimleri kullandığım için zayıf noktanın ben olduğumu biliyordun öyle değil mi?...Hng!"

Robot Tiz çığılıkın düşüncelerini bölerek tam kafasına bir tekme geçirdi. Buna peşi sıra devam ediyordu.


General kumandayı yere attı ve monitörün önüne geçti.

-Merak etmeyin sizi öldürmeyeceğim. Yetenekleriniz bana lazım. Ölü insanlardan yetenek alamıyoruz maalesef. Sizin için kötü bir deneyim olacak.
-A..my...

Yeşil Kan lakaplı asker artık gözyaşlarını tutamıyordu. Hiçbir şey yapamamıştı. Bu sefer kendini feda etmek bile işe yaramayacaktı. Tek çaresi saldırmaktı ancak saldırıları da etki etmiyordu. Yapabileceği tek bir şey kalmıştı. Ayağa kalktı.

-Hoo, demek hala dövüşmek istiyorsun. Sen bilirsin sana zarar vermektense yorgunluktan düşmeni tercih ederim. Buyur ne istiyorsan yap.

Amy tam bir şeylerin hazırlığı içine girmişken gözü ekrana takıldı
.
"Üzgünüm Koe, Karen ve...bunu asla kullanmamam gerektiğini biliyorum ama yapmak zorundayım"

uzun zamandır yapmadığı, yapmaması gereken bir şey için odaklanırken Koe yi gördü. Ayağa kalkmıştı dev cüssesi ile. Kafası kanlar içindeydi. Bacağınnın derisini yırtıp özgürlüğünü ister gibi dışarı fırlamış kemik parçasından bir bacağını kırdığı da anlaşılıyordu. Ancak tek ayağı üzerinde olmasına rağmen elinde robotun bedeni vardı. Omurgasını çıkartmış diğer eline almıştı zafer edasıyla. O an içinde bir umut yeşerdi Yeşil Kanın. Koe kameraya baktı. İçgüdüsel olarak Karen ve Amy de aynı şeyi yaptılar
.
"Unutma yalnız değilsin"

yaptıklarını hatırladı Amy. Girişe meteor gibi düşen saldırı. Amy Karena baktı. Karen kanlar içinde bir ateş yakmış kendisine bakıyordu. Kesikler ve beton gibi rüzgar darbeleriyle şişmiş suratındaki gülümsemeyi görebiliyordu Amy. Generalin "o kadarcık şeyle ne yapabilirsiniz?" diye peşi sıra konuşmasını bile duymuyordu artık. Gözleriyle anlaşmışlardı. Hiç konuşmadılar ama Amy tam olarak ne yapacağını çözmüştü. Bunu nasıl akıl ettiğini bile bilmiyordu. Ama işte buradaydı çözüm. Yalnız değildi. Baştan beri yalnız yapmaya çalışmamalıydı.

Karen, yaktığı alevle aklına gelen fikri Amy'nin de düşünüp düşünmediğini anlamaya çalıştı. Amyde gülümsemeye başlamıştı. Nedenini anlamamıştı ama gülümsüyordu işte. Ah, gülmek ona ne kadar yakışıyordu öyle. Koenin zaferiyle yeni bir dinginlik gelmişti ikisine de. Daha da önemlisi yeni bir fikir. Bunu kazanabilirlerdi. Hayır, bunu kazanacaklardı!

Amy elinde ince bir dal yaptı ve Karen'ın bunu tutuşturmasına izin verdi. Daha sonra Karen bütün gücünü yerdeki bataklığın alev alması için harcadı. General durumu hala kavrayamamıştı:
-Ne yapıyorsunuz? Fabrikamı yakmanıza izin veremem.
-Merak etme gerenal...
Amy diğer elinde de yaptığı dal ile alevlenmiş dalı bir kırbaç edasıyla daire çizecek şekilde sallamaya başladı. Kırbacın ucu bir çember çiziyordu. Generalin olduğu yerde iki tane daire çizmiş oluyordu böylece Amy.

-Fabrikanı yakmaya çalışmıyoruz.

General havada ki rüzgarı arttırarak rüzgarın fabrikanın içine gitmesini engelledikten sonra konuşmaya başladı.

Bu sırada Amy dalların hızını iyiden iyiye hızlandırdı artık dallar gözle görünmüyordu bile.

-Hm zaten artık yapamazsınız. Bende zarar görmeyeceğime göre.
-Tam orada dur general. Orası iyi. Orası bizim için çok iyi
-Ne? Bu da ne?! Neler oluyor!

Amy bu saldırıyı akıl etmesinden hemen önce Koe, kafasına basarak duran robota baktı. Yüzündeki kanlardan görüş açısı azalmıştı ancak duyum gücünden bir şey kaybetmemişti. Yavaşça yükselen tok gülme sesi kahkahaya dönüştü.

-Sorun ne teneke? Kısa devre mi yaptın? Artık ellerini kullanmadığına göre tekniklerinde bitti farzedebilir miyim?

Robotun bacağından tutup düşürdü hareketleri peryodik olarak yavaşlayan robotun. Bataryasındaki son kıvılcımları işlemcisine yollamaya çalışıyordu robot. Ancak dev canavar üstüne çıkmıştı bile

-Bütün avantajların bir yana hala bir insanın sinir sistemini kullanıyorsun. Dolayısıyla sinir sistemin zarar görüğünde olan bu.

Sadece gırtlağını titreterek bedeninin çevresine ses dalgaları yaymaya başladı. Kendisini ses dalgaları ile kaplamıştı bir an sonra.

-Ses duvarı!

Robotun omurgasını tutarak çekmeye başladı.

-Bana yumruk yerine tekme atmaya başladığında anladım. Yumruklarınla ilgili olan kısmı bozdum öyle değil mi? Bu nasıl peki!? Dragon Roar kadar enerji harcıyor ancak 30 saniyeliğine gücümü ve dayanıklılığımı 10 katına çıkarıyor. Bedenimi sesten bir zırhla kaplamak gibi.

Omurgası bakla bakla sökülmeye başladı robotun. İçinde birbirine sürtünen aksamları inler gibi ses çıkartmasına neden oluyordu robotun.

-Senin gibi bir teneke parçası beni yenemez!

Omurgası bakla bakla gelirken robot birden Koe ye döndü.

-Lanet olsun ses duvarı duyularımı kesiyor bu yüzden kollarında biriktirdiği çivi sesini duyamadım.

Koe bir nara ile robotun omurgasını tamamen çıkarırken son anda dengesini bozdu. Ancak suratına gelen saldırıyı bacağına almaktan başka şansı kalmamıştı.

Bacağındaki 500 patlama yüzünden bacağı kırılmıştı:

-Lanet robot hem bütün enerjimi harcattı hemde bir sürü kırık kemiğim var. En kötüsü bacağım gibi görünüyor.

Kameraya baktı. Sesleri duyabiliyordu. Kameraya yandan çarklı bir bakış attı

-Amy, yapabilirsin.


-Lanet olsun!

Amy elindeki dallarla çizdiği daireler sayesinde hava akımında ki değişimleri kesmiş ve alevli dal ile de havayı ısıtmayı başarmıştı. Yükselen sıcaklık yüzünden hava akımları sıcak havaya doğru aktığı için General artık hava akımlarını kontrol edemiyordu.

-Lanet olsun! Sıcak! Lanet olsun!

Amy iyiden iyiye yorulduğunu hissetmeye başlamıştı. Ancak durmamaya çalışıyordu. General sonunda alev almıştı. Bir savaş narasıyla dalları elinden geldiğince hızlı çevirmeye devam etti.

-Lanet olsun hayıır!

Sonunda General ısınan havayla alevler içinde kavrularak yok olurken geriye acı haykırışları kaldı havada. Olabilecek en kötü şekilde can vermişti general. Alevden çıkan dumanla boğularak değil. Canlı canlı yanarak çıkartmıştı canını. Yeşil Kan ise artık bitmiş bir halde olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü ve hızlı hızlı nefes almaya başladı. Karena kaydı gözleri. aldığı darbelerle kafası ve bedeni kan içinde kalmış delikanlı gözlerini kapatmıştı.
-Hayır olamaz! Karen!!
Ancak kendi görüşü de bulanıklaşan Amy daha ciğerlerini boşaltamadan bilincini kaybetmişti. Onca yara ve yorgunluktan sonra bu bile inanılmazdı aslında.

Sargılar içinde uyanan Yeşil Kan en son ne zaman bu kadar ciddi yaralandığını düşündü yatakta doğrulurken. Yanında Karen belirdi. Işınlanabildiğine göre iyice dinlenecek kadar vakit geçmişti demek ki. Onun durumu daha kritik gibiydi ama.

-Sonunda uyandın mı? Üç gündür uyuyorsun.
-Senin durumun benden daha ciddi
-Bakıyorum laf yarıştırma yeteneğin hala duruyor.
-Bana diyene bak.

Birbirlerine kıkırdadılar. Bir kaç dakikalık sessizlik oldu ama gülümsemeleri kaybolmamıştı. Amy gözlerini devirip bozdu sessizliği

-Koe...Tiz Çığlık...?
-O gitti.
-Gitti mi?
-Evet
-Nereye!? Ay...
-Sakin ol yaralarını açacaksın. İşin aslı...

Koe:
-Maceramız bu kadar delikanlı...
Tiz Çığlık bütün yaraları ve yorgunluğuna rağmen gülümsemesinden hiçbir şey kaybetmemiş, omuzunda kendine gelmiş Karenla konuşuyordu.

-Sen...
-Hey konuşacak halde değilsin tamam mı. Ne yaptığımı soracaksan zaten daha bir şey yapmadım.

Karen Koe'nin diğer omuzundaki Amy'i gördü.

-Ama merak etme bu işi bitireceğim. Ama önce sizin uzaklaşmanız gerek. İçiniz rahat olsun görev tamam.

Karen cevap verebilecek haldeyse bile susmayı tercih etti. Tiz Çığlık onları yol kenarında bir yere yasladı ve yola bir ağaç kütüğü attı. Kırık bacağıyla sekerek yürümesine rağmen hala canavarımsı bir gücü vardı. Gelip Amynin önünde durdu. Kısık bir sesle bir şeyler mırıldandı. Karen sadece bir kısmını duymuştu. Ancak bu bile yetmişti kendisine
"Aah Amy, nasıl bir belaya bulaşmışsın böyle....Ama artık bitti"
Sonra dönüp geldikleri yöne ilerlerken Karen'nın duyabileceği şekilde devam etti.

-Ona iyi bak delikanlı. Yoksa bir dahakine senin peşine düşerim anlıyorsun değil mi?

Karen konuşma sırasında Koe'nin büyüyerek 4 metrelik bir canavar olduğuna bir kez daha tanıklık etti. Ancak bu sefer korkmuyordu. Ne olduğunu çözdüğü için değil.-Arslanların sesinde ki tını başka hayvanların kalplerinde ki ritimde değişiklik yapabilir. Böylece tehlike gördüğü canlıları korkutması kolaylaşır. Tiz Çığlıkta buna benzer bir teknik ile göz boyuyordu aslında.- Tam tersine meydan okur gibi tereddütsüz bir cevap verdi.

-Buna asla gerek olmayacak Koe...

Koe her zamankinden daha büyük bir gülümsemeyle hiçbir şey söylemeden yoluna devam etti.


-Sonra?
-Sonra bir kaç kez deprem oldu. Bizi de destek için gelen askerler aldı.
-Fabrika?
-Kırıntısı bile kalmamış
Amy gözlerini aşağı indirdi. Düşünceli bir hali vardı
-Sanırım...şey...bu....
-Ne dersin ikimiz iyi iş çıkardık ha?
-Ne?

Amy yeşil gözlerini anlamamış bir şekilde büyükçe açarak Karen'a baktı. Karen ise çoktan odanın kapısına yönelmişti bile. Kapı kolunu tutup Amy'nin dediğini idrak etmesini bekledi. Amy ise ancak birkaç saniye sonra durumu anlamıştı. Rahatlamış bir şekilde nefes verirken "Tabii ya onun yanımızda olduğuna dair bir rapor yok. Sadece hapishaneye gittiğimiz ve bir kaçak olduğu."

-Evet iyi işti.

Yatağına yaslanırken Karen da yüzünde kocaman bir sırıtışla dışarı çıkıyordu.

THE END