Kayıtlar devamlı olarak editlendiği için blog ismi böyle seçilmiştir ara sıra girip tekrar bakmanızı tavsiye ederim.

7 Haziran 2016 Salı

Gatts vs Yoma (One Shot fanfic)

Hikaye Notları: Berserk x Claymore arasında bir crossover fanfiction hikayesidir. İki mangadan da spoiler içerir.
Nacizane Claymore tanıtımı
http://sonsuzedit.blogspot.com/2016/06/claymore-tantm.html

Bölüm
Asıl görevleri bitmişti. Miria’nın kendi boyu kadar olan kılıcı, büyük ve güçlü ama bir kadına yakışacak kadar zarif ve ince kılıcı Claymore ile kesmişti o dev yaratığı. Yoma denen canavarlardan yapmak için kullandıkları bu dev kafatası ve şişman bir insan şeklindeki iki canavarı parçalara ayırmıştı. Organizasyonu bitirmişlerdi. Geriye sadece kalan Yomaları temizlemek kalmıştı.

***

“Uyan Gatts!”
Sırtındaki kanatlarının altında cinsiyetsiz bir insan görünümündeki elf avazı çıktığı kadar bağırıyordu dev ağacın gölgesindeki silüete doğru. Bir silüet demek bile yanlıştı belki. Zira siyah cübbesinin içinde silüet denebilecek kadar bile belli olmuyordu ağacın gölgesinde.


Gatts yorgun göz kapağını kaldırdı.  Aslında tecrübeli bir savaşçı olarak böyle bir durumda uyanmak için birinin bağırmasına ihtiyacı yoktu. Aksine bunca yıllık savaş tecrübesi üzerindeki ağır kara zırh ile uyumak istediği zaman dalıp en ufak harekette uyanmasını sağlıyordu zaten. Şu anki tembelliği çok basit bir duygudan ötürüydü. Olanlar umurunda değildi.
Puck isimli elf bir kez daha bağırdı

“Onlara yardım etmeyecek misin!?”

Gatts homurdanarak ayağı kalktı. Boynundaki damgadan gelen kanamaya bile uyanmamıştı. Zira damga doğaüstü yaratıkların gücüne göre tepki veriyor, acıyor, kanıyordu.  Karanlıktaki bir ışık gibi hayaletleri, iblisleri, trolleri ve var olan bütün astral canlıyı çevresine ve kendisine çekiyordu. Şuan ki acının uykusunu bile bölmeye yetmediğini düşünürsek bu hayaletler için silah kullanmaya bile değmezdi. Ancak içinde kalan insanlıktan mı yoksa kendisini bu duruma sokan ziyafet gecesine olan nefretiden mi bilinmez harekete geçmeye karar verdi bu hayaletlere karşı.

“Tamam”

***

Yomaları temizlemeye başlayan Miria ve ekibi Uyanmış Yoma denen normalden çok daha güçlü yomaları avlayacak kadar tecrübe edinmişlerdi artık. Aslında Priscilla ile olan savaşla birlikte artık önlerinde çok ciddi bir rakip kalmamış olması gerekirdi. Ya da onlar öyle zannediyordu.
Sonuçta en güçlüleri yenmiş olsalar bile aldıkları yardım Teressa gibi muazzam bir Claymore tarafından gelmişti. Gelmiş geçmiş en iyi savaşçının yardımıyla yenilen Tek Boynuzlu Canavardan sonra Yomalar bitmemişti.

Bütün Claymorelar dağılmıştı. Artık özgürlerdi ve istediklerini yapabileceklerdi. Onca travmatik derecede olay ve yomalardan sonra bunun değerini herkesten daha çok biliyorlardı. Yarı yoma yarı insan olan Irine yarı yoma bile olmayan ancak insan olamayacak kadar yoma etine maruz kalmış Clare için bir kolundan vazgeçmişti. Ancak Raki ile birlikte yanına gelip her şeyi anlatan kıza bakınca bu kararının ne kadar pişmanlıktan uzak olduğuna bir kere daha şahit olmuştu.
Ancak hiçbir şey bitmemişti. Raki ile birlikte tıpkı Miria ve ekibi gibi yomaların peşinden gideceklerdi. Buna gerek yoktu. İhtiyaçta yoktu. Ancak bir şekilde buna mecbur olduklarını hissediyorlardı. Bu yüzden uzun süre gözlerden ırak bu kulübede geçirdikleri sürenin sonuna geldiğine kanaat getirip ayrıldılar. Irine elbette onları bekleyeceğini söyledi her ne kadar kaybettiği kolu tekrar çıkmış olsa da bunun şakasını yapmadan da edemedi

“Kolumu geri getireceğini umuyorum”

Clare içten bir gülümseme ile karşılık vermişti. Yarı yoma olmanın getirdiği bir avantajdı bu. İnsan üstü güç ve hızın yanında ileri seviye bir iyileşme yeteneği. Pek çok dezavantajı ve acıyla birlikte gelen bu özelliğe alışmıştı artık organizasyonun eski 2 numarası.

Clare’in bir zamanlar organizasyon için yomalardan temizlediği bir kasabada tanıştığı Raki ile yollara düştü. O zamanlar daha bıyıkları yeni terleyen genç adam şimdi büyümüş ve büyük denebilecek kılıcıyla yomalara karşı savaşıyordu. Bir insan olduğu düşünüldüğünde bu çok etkileyiciydi. Ancak güç Clare’in umurunda değildi. O başta hiçbir duygu beslemediği bu adamı seviyordu. Raki ise kelimenin tam anlamıyla ilk görüşte aşık olmuştu organizasyonun bir zamanlar en güçsüz olarak tanımladığı 47 numaraya. Sevgisi öyle kuvvetliydi ki Priscilla ile beraber yıllar boyu süregelen bir arayış içinde kasaba kasaba gezmişti sevgili Clare’i için.

Clare’ın yoma özelliğinden kaynaklı olarak gelişen bir başka yeteneği olan yomaları hissetmesi sayesinde yaklaşık olarak bu yaratıkların yerlerini tespit edebiliyorlardı. Bu sayede çok geçmeden bir tanesine rast geldiler. Yine işin içine beş duyu organı girdiğinde-Sonuçta Raki hala normal bir insandı- işler biraz daha zorlaşıyordu. Ne de olsa bunlar şekil değiştirebilen yaratıklardı. Bir insanın hiçbir şekilde algılayamayacağı bir yaratık türüydü. Tek başlarına olmaları ise bir başka avantajdı. Ancak takım halinde olurlarsa ne kadar korkunç olabileceklerini de görmüşlerdi.

***

Gatts neredeyse iğrenerek baktı az önce kurtardığı insanlara. Aslında bir grup hayduttu bunlar ve bu bile onlardan nefret etmek için yeterliydi. Gatts ise sadece zayıf oldukları için nefret ediyordu onlardan. En azından kendisine söylediği şey buydu.

Ardından boynundaki damga kanamaya başladı. Neredeyse bir anda girmişti bu acı. Boynunu tutup dizlerinin üstüne çöktü ve ziyafet sırasında kaybetmediği sağlam gözüyle doğuya doğru baktı. İki…Hayır üç tane yaratık vardı. Ne olduklarını bilmiyordu. Sadece acının büyüklüğüyle güçlerini tahmin edebilirdi. Ancak kesin olarak bildiği bir şey vardı o da 195 santimetrelik Ejderbiçici’si* ile onları öldüreceğiydi.

***

Clare büyük bir güç hissetti. Neredeyse bir uyanmış yoma kadardı hissettiği güç. Hala bu derece güçlü yomalar kalmış mıydı gerçekten? Onlardan bir an önce kurtulmalıydı. Ancak Raki için endişeleniyordu. Evet kendisini aradığı yıllar içinde oldukça güçlenmişti ama bir uyanmış yoma karşısında varlık bile gösteremezdi. Aslında kendisi bile gücüyle değil tecrübesiyle karşı duruyordu onlara karşı. Teke tekte yeterince güçlük çekiyordu ancak asıl zorluk 7 sene önce kuzeydeki katliamda karşısına çıkmıştı. Hala hafif bir ürpertiyle hissediyordu o günü. Zira pek çok silah arkadaşı ve pek çok iyi Claymore o gün telef olmuştu.

“Raki neden biraz dinlenmiyoruz”
“Ah evet yiyecek bir şeyler iyi olurdu. Ben bir şeyler avlarım”

Clare endişesini yüzüne vurmadan sergileyebildiği en sakin gülümsemeyi takınmıştı. Zamanında pek çok role bürünmesini öğretmişti organizasyon tarafından. Bir dilenci, bir kız kardeş, bir fahişe. Organizasyon çöktükten sonra bile buna ihtiyacı olması hiç hoşuna gitmiyordu. Özellikle sevdiği adama karşı kullanmak içini daha çok acıtmıştı. Ancak Rakiyi bir kez kaybetmişti. Hem de Priscilla denen Tek Boynuzlu Canavarla, Teressa’nın katiliyle birlikte olduğunu düşündükçe omurgasında buz gibi bir el dolaşırdı sanki.

Eski 47 numara uygun bir alanda ateş yakınca Raki avlanmaya çıkmıştı. Clare ise hemen oradan ayrıldı. Yomalara doğru son sürat hareket ediyordu.

***

Biff, Eric ve Hel üç uyanmış yoma idi. Biff ve Eric organizasyonun ilk savaşçılarından olan erkek claymorelardandı. Hel aralarına sonradan katılmıştı. Ancak iyi anlaşıyorlardı. Uyanmış yoma güçleri pek çok tek haneli numaradaki Claymore ile karşılaşabilecek kadar iyi olmasının yanında birlikte daha da güçlüydüler. Organizasyon ile ilgili olanlar kulaklarına gelmişti. Miria ve ekibinden uzağa gidiyorlardı. Hayalet Miria gücü ve hünerleriyle pek çok Claymore’u arkasına almıştı. Yüzündeki iyileşmeyecek derecedeki yarayı gören hiçbir yoma başkasına söyleyecek kadar yaşayamamıştı. Bu yüzden sadece kılıçlarındaki her Claymore’a özgü simgeleri öğrenebilmişlerdi ancak.

Clare karşılarına çıktığında bu yüzden bir an paniklemişlerdi ancak sadece tek bir Claymore olmasından dolayı bu endişeleri çabucak kaybolmuştu. Biff’in dağı taşı tek hamlede parçalayabilen matkap şeklindeki yeteneği sadece kaçarak savuşturabileceğin bir saldırı değildi. Eli birkaç metrelik kolunda ileri geri hareket ederek her seferinde daha güçlü darbeler indiriyor ve zeminde fayhatları açıyordu. Clare kendini nereden çıkacağı belli olmayan taş parçaları arasında zıplarken buldu. Yomaların yaydığı bir tür beyin dalgasını hissedebilirdi belki ama taşlar cansız olduğu için sadece hislerine güvenemezdi.

Hel ise uçabilen bir yomaydı. Uyanmış formu ise ona bir yusufçuk böceğinin hızını ve çevikliğini vermişti. Havada son hız uçarken bile rahatlıkla 90 derecelik açılarda dönüşler yapabiliyordu istediği yöne. Clare’e çarptığında yoma avcısı kılıcıyla kendini savunmasına rağmen neredeyse omuzlarına gelen açık sarı renkteki saçlarını kesmek üzereydi üstüne gelen darbe. Açığa çıkan gücün etkisiyle kapadığı gümüş rengi gözlerini açtığında sarı iris içinde siyah bir çizgiye dönmüştü gözleri. İnsan tarafından ziyade yoma gücünü ne kadar kullandığının göstergesiydi bu. Eğer güç dengesini bozarsa kendiside muhtemelen bilincini kaybedip uyanmış bir yomaya dönüşecekti. Claymore olmasının getirdiği güç sayesinde çok güçlü olacağı kesindi ancak geri dönüşü yoktu. İstisnalar kaideyi bozmazdı belki. Ancak bir istisna olabileceği kesin değildi. Buna güvenemezdi.

Bu yüzden kontrollü bir şekilde saldırıya geçti. Hedefi en arkada duran Eric isimli yomaydı. Ancak Eric elinde bir tür testere tutuyordu ve bu dev testereyi kullanabilen dev bir cüssesi vardı tıpkı diğer uyanmışlar gibi. Clare testerede gördüğü bir ayrıntıyla gücü üzerindeki kontrolünü yitirmişti biraz daha. Artık dişleri de sivrileşiyor bedenindeki kas kütlesi artıyordu.

“Evet Claymore. Testeremdeki dişlerin her biri bir claymore kılıcına ait.”

Clare bunun manasını biliyordu. Bu organizasyondan pek çok savaşçının öldüğünü gösteriyordu. Zira o kılıçları almanın başka yolu yoktu. Gücünün kontrolünü kaybetmemek için odaklanmıştı ancak yomasını kontrol altında tutarken deliye dönmüştü. Pervasızca saldırmasının hesabını da kaybettiği ekip çalışması ile verecekti. Ancak biri yardımına koşmuştu. Dev kılıcıyla uyanmış yomalara dahi zor anlar yaşatan Kara Kılıç Ustası Clare’in insan üstü iradesi ile ayağa kalkmasıyla kaçmalarına neden olmuştu.

Gatts bu tuhaf dev yaratıkları daha önce görmemişti. Onca yıllık dövüşünde artık görmediği bir başka yaratıkla karşılaşmasının şaşkınlığı içinde yaralı kıza baktı. Yaralarına bakılırsa acilen müdahale edilmesi gerekiyordu. Yaralanmış yaratıkları kovalayabilir ya da kıza yardım edebilirdi. Kararını verdiğini gösteren bir homurdanma sesi çıkarttı ve kılıç denilemeyecek kadar büyük demir parçasını sırtındaki kınına geçirdi

***

Raki endişelenmeye başlamıştı. Clare’i tanıyordu. Bu kadar gecikmiş olmasının basit bir açıklaması yoktu. Kesin başını derde sokmuştu yine. Bu kız çok pervasızdı. Bunun üzerine arkasından koştu. Dile kolay, izini 7 sene sürmüştü. Artık çok daha kolaydı bunu yapmak. Ancak izini sürerken tam da tahmin ettiği şeye rastgelmişti. Clare’in bir yabancı ile yaraladığı yomaların birkaç metrelik cüsseleri insan boyundaki iki savaşçıya göre daha uzak mesafelerden göze çarpıyordu. Raki gayet mantıklı bir çıkarım yapıp Clare’in yomaların peşinden gideceğine karar vermiş ve o tarafa yönelmişti.

Nitekim öyle olacaktı. Eğer Kara Kılıç Ustası kendisini durdurmasaydı Clare onları takip ederdi aldığı yaralara rağmen. Eğer Gatts karışmasaydı ölümcül noktalara gelebilirdi bu yaralar. Şimdi ise üstün bir irade ile savaşmış bu kızı güvenli bir yere götürmeliydi. Üstü başı açık yaralarından akan kan ile boyanmış bilincini kaybetmişti. Gatts 180 kiloluk kılıcına nazaran kuş kadar kalan bu bedeni taşırken zorlanmamıştı. Aslında kendisiyle aynı boylardaki zarif kılıcı bile daha ağırdı kızın bedeninden. Altı yaşından beri kılıç savuran Gatts bir savaşçı için silahının değerini biliyordu. Bu yüzden başka kimseye saygısı olmasa bile hatta zorlansa bile o kılıcıda yanına aldı.

Raki Clare’i bir daha kaybetmek istemese de yomalara dikkatlice yaklaştı. Yanlarında Clare’e dair bir emare göremeyince geldikleri yöne doğru yöneldi. Bu sırada Gatts bir tür ağaç kovuğuna çektiği kızın yaralarını sarmak için bir bez parçası çıkartırken yaralara daha iyi müdahale etmek amacıyla kızın üstünü çıkarmaya başladı. Vakit henüz gündüz olduğu için kızın boynunun altından kasıklarına kadar inen yarayı görmekte de zorlanmamıştı. Ancak bunu sindirmek gördüğü onca yaratığa rağmen kolay olmadı. Yaralarını sararken gördüğü üzere boydan boya düzgün bir kesik ile ayrılmış ve tekrar birleştirilmişti bedeni. Böyle bir bedenin düşüncesi bile insanın içini ürpertirken yaklaşan birinin adımlarıyla dikkatini o yöne verdi Gatts.

“Onunla ilgilen” dedi kara kılıç ustası
“Sen nereye?” dedi bir avuç içine sığabilecek boydaki elf. Cevap alamayınca kızın daha hızlı iyileşmesini sağlamak için kanatlarındaki tozu serpmeye başladı. Bu toz ile Gatts’ın sayısız dövüşünde iyi bir takviye olmuştu, ağır yaraları bununla hafifliyor ancak tam olarak iyileşmesi zaman alıyordu yaraların. Nedeni tozun etkisinin zayıflığı değil Gatts’ın aldığı yaraların büyüklüğüydü. Bir keresinde kırık kemiklerinden dolayı 180 kiloluk kılıcını ağzıyla savurmuştu. Aslında girdiği maceralara bakılırsa hala hayatta olmasının nedeni saf irade gücü ve şanslı olması denilebilirdi.
Gatts kovuktan çıktığında gözleri fal taşı kadar açılmış Raki çıplak Clare’in bedenine bakarak kılıcını çekti.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen!?”

Gatts sakin olmasını söylese de Raki dinlemiyordu bile. Bir anda saldırıya geçmiş ve yomaları bile öldürebilen gücünü ve uzun kılıcını savurmuştu hiç düşünmeden. Ancak Gatts çok daha zorlu savaşlardan çıkmıştı. Kılıç bile denilemeyecek boyutlardaki kara demir parçasını çekti göz açıp kapayıncaya kadar. Ancak sadece kendini savundu. Bir insanın kendisini bu kadar zorlaması etkileyiciydi. Kendisi de etiyle kanıyla bir insandı elbette ancak herhangi bir insandan çok daha zorlu bir hayat yaşamıştı. Hayaletleri kestiği bir güne uyanıp ardından dev yaratıklarla dövüşmek onun için tatil gibiydi neredeyse.

Rakinin daha ufak olduğu için daha hızlı olması gereken saldırılarını Gatts kolayca savunurken gözü dönmüş delikanlıyı durduran elf tozu ve kendi iyileşme gücüyle çabucak kendine gelebilmiş Clare idi. Hızlı bir açıklamayla mevcut durum ortaya çıkınca Raki’nin isyanı oldukça beklenir derecedeydi

“Neden bana haber vermedin? Tanrım Clare artık ayrılmayacağımızı sanıyordum!”

Clare özür diledi ve gümüş rengi gözlerini yumarak Rakinin dudaklarına bir özür busesi kondurdu. Raki her seferinde bu anın tadını çıkartıyor ve bu öpücüğü ilk aldığındaki terk edilmiş hissini atmaya çalışıyordu hala.

Clare hemen ayaklanmaya kalkınca Raki onu durdurdu. Ancak Clare yomaları herhangi birini daha öldürmeden durdurmak istiyordu. Bu yüzden Rakiyi dinlemedi ve yola koyuldu.

“Sana ihtiyacımız yok”
“Onları bu halde yenmezsiniz”

Gatts Clare’e baktı. Caskayı hatırlamıştı bir an. O da böyle inatçıydı. Sağlam gözünde hüzünlü bir bakış hakim oldu. Bunu gören Raki ise Clare’e böyle bakmasının içinde bir sıcaklığa neden olduğunu hissetti. Kendisi bu duruma bir isim koyamasa da herkesin bildiği bir duyguydu bu. Kıskançlık.
Yavaş ilerleyen uyanmış yomaları yakaladıklarında Clare kendini elf tozuyla birlikte bir nebze iyileştirmişti. Ancak hızlı hareket ettikleri için çok sağlam olduğu söylenemezdi. Ayrıca şimdi korumaları gereken insanlarda vardı önlerinde. Son anda kurtardıkları bir insanla Raki dikkatlerini çekmişti ilk. Ardından Gatts dev demir kütlesini kullanarak Biff’e saldırdı. Ancak Eric testeresindeki kılıçlar ile karşılık verdi. Clare ise Hel ile uğraşıyordu.

Bu üç yomanın dövüştükleri savaşçılarda olmayan bir şeyleri vardı. Onlar takım çalışmasına sahiptiler ve rakiplerinin bunu öğrenmeleri uzun sürmeyecekti. Biff ve Eric sırt sırta verip köşeye sıkışıyormuş gibi görünmüşlerdi ilk adım olarak. Gatts bundan şüphelenmiş ancak Raki bunu fırsat bilerek saldırmıştı. Birbirlerinden destek alarak yer değiştiren Eric ve Biff aynı anda saldırınca tetikte duran Gatts bile karşılık verememişti. Gatts, Biff’in gerilmiş koluyla attığı yumruğu temiz bir şekilde almış ve metrelerce havada uçuşa geçerek Clare’e çarpmıştı. Clare bile uçuşundan aldığı ivmeyi değiştirememiş bir süre daha havada ilerlemeye devam etmişti Gatts. Yinede durumları Rakiden daha iyiydi çünkü Raki’nin kılıcı ikiye bölünmüştü. Normal bir yomayı öldürmesini sağlayan kılıç gözleri önünde havada taklalar atarken normal yomalar ile uyanmış yomalar arasındaki güç farkı karşısında beklediğinden daha büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Halbuki Clare onları o kadar kolay halledebiliyordu ki bu kadar güç farkı olduğunu anlamak kolay değildi. Bunu fırsat bilen Hel ise üstüne gelen kılıcı havada kaptığı gibi Rakinin böğrüne saplamıştı. Artık önlerinde bir engel kalmamış yomalar kasabayı katlederek istedikleri kadar yiyebileceklerdi. Ekmekleri insan eti suları kan olmuştu. Uyanmış yomalar olarak çok daha açtılar ve bugün ziyafet vardı.

Gatts ve Clare üst üste yerde yatmış kendi kanları üstlerine battaniye olmuştu. Gatts üzerindeki zırhın yapımcısı ihtiyara da bir kez daha minnet duyduktan sonra yaralı kıza bakmıştı. Kendi düşüşünü yavaşlatmış olsa da darbe ikisini de bayıltacak kadar kuvvetliydi.

“Gatts! Gatts iyi misin?”

Gatts kafa sallayarak havadaki küçük saydam kanatlı hava ruhuna iyi olduğunu belirtirken yerdeki kız için aynı şeyi söyleyemeyeceği belliydi. Bu sefer iyice dinlenmesi gerekecekti.
Raki ise göğsündeki 7 sene boyunca yoma avladığı kılıç parçası ile yere çivilenmiş bir şekilde gökyüzünü izliyordu bilinçsizce. Gözlerindeki can gitmiş beynindeki son kan pompası ise artık sınırına ulaşmıştı. Düşünebildiği tek şey ise Clare idi. Onca yıllık arayışından sonra nihayet buluşmuşlar ve bedenindeki o yaraya rağmen onunla birlikte olmaya nasıl can attığını düşündü. Onu ne kadar sevdiğini ve o kara kılıç ustasının birden nasıl ortaya çıktığını düşündü. Eğer yeterince güçlü olsaydı kendisini geride bırakmazdı Clare. Yeterince güçlü olsaydı kara kılıç ustasıyla birlikte savaşması gerekmezdi. Sadece yeterince güçlü olsaydı…

Birden kanında bir hareketlenme hissetti. Bedenine saplanmış kılıçtaki yoma kanından geliyordu bu. Yomalarda böyle yapılıyordu işte. Mirianın organizasyona nokta koymak için kestiği o canavarların kanları birleştirip bir tür virüs ortaya çıkıyordu. Yoma denilen şey bir virüstü aslında Sadece kanla bulaşan bir virüs. Az önce maruz kaldığı bir virüs. Ancak virüs güçlü değildi. Claymore yapmak için bile bir miktar kan değil bir bedeni ikiye bölmeyi gerektirecek kadar et kullanılıyordu. Evet, yarı yoma-yarı insan Claymorelar içlerinde bir nevi yoma eti taşıyordu. Bedenindeki çelik parçası bir et değildi belki ama  en az 7 sene boyunca yoma kanıyla yıkanmıştı. Teoride aynı şeydi yani.

İlk Biff fark etmişti. En iyi hislere sahip olduğu için değil. En yakında olduğu için fark etmişti. Bütün kasabada ki ceset kokusunun içinde arkasından yaklaşan yomayı hissetmişti. Yoktan var olmuştu sanki. Ancak gözleriyle görünce nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Eric ve Hel önden giderken kendisi birkaç parça daha insan yemek istemişti. Fiziksel olarak en güçlü kendisiydi zira. Sonunda arkasını döndüğünde o yomayı gördü.

“Ama, nasıl?”

Yoma kendisine yaklaşırken uyurgezer gibi mırıldanıyordu.

“Güç, güç istiyorum.”

Biff beklemediği bu manzara karşısında endişelenmişti. Birden saldırma dürtüsüne kapılmıştı. Bu işi bir an önce halletmeli yoksa daha kötü olacağına dair çok ilkel bir tehlike hissine kapılmıştı. Bunun üzerine alnındaki tere aldırmadan yumruğunu sıktı. Karşısındaki yoma hala uyurgezer bir ifadeyle huşu içinde kendisine bakıyordu.

“Güç istiyorum. O yumruğu karşılayabilecek gücü istiyorum”

Biff yumruğunu gerdi . Eli kendi çevresinde dönerek omzuna kadar çıkmıştı. Kendisi de bunu yaparken zorlanıyordu belli ki. Ama basit bir matkap saldırıyla bile ortaya koyduğu hasar ortadaydı. Bunu yaparken geçen süreyi de hesaba katarsak ortaya çıkacak güç müthiş olacaktı. Ancak karşısındaki yoma sadece tek elini kaldırmakla yetindi. Bunun üzerine bir savaş narası ile elini serbest bıraktı Biff.

Yumruğu çivilenmiş kadar sert bir şekilde durmuştu. O kadar ani durmuştu ki kendi eylemsizliğinden aldığı güç ile kolu dirseğinden parçalanmıştı Biff’in. Ancak o şaşkınlığından acıyı bile duymamıştı. Aksine korkusu yüzünden bir adım gerilemişti. Karşısındaki insan boyundaki yomanın kolu birkaç kat daha adele ile kaplanmıştı sanki. Tuttuğu dev eli bıraktı. Dönerken birden durduğu için sıkılmış bez gibi büzülmüştü kol. Ardından tek bir hamle yaptı ileriye doğru. Biff’in son hatırladığı görüntü ise kafasının yerinden söküldüğüydü.

Akşama doğru Gatts’ın bulduğu yiyecek ile karınlarını doyuran ikili ateşi söndürüyordu. Clare’i Raki’nin peşinden gitmemeye ikna etmek kolay olmamıştı. Aslında ikna dahi edilememişti ancak aldığı yaraların yanında kendini çok zorlaması sonucu bedeni izin vermemişti gitmesine. Ne kadar hızlı iyileşse de belli bir vakit gerekiyordu iyileşmesi için. Ayrıca yemesi de gerekliydi. Bir insandan daha az ama bir Claymore’dan daha fazla yiyordu.

Sonunda yola çıktıklarında hala hiçbir şey konuşmamışlardı. İki savaşçıda ne yapması gerektiğini biliyor ve bunu kelimelere dökmeye gerek görmüyorlardı sanki. Zaten yaralı yatarlarken konuşmaya mecalleri yoktu. Ama şimdi kelimeler kifayetsiz kalmıştı.

Kasabaya vardıklarında kendilerini karşılayan katliam izlerinin iki savaşçıda da farklı etkileri olmuştu. Clare için kurtaramadığı canlara karşı hissettiği pişmanlık iken Gatts bunu neredeyse normal karşılamıştı. Aslında bunun tehlikeli olduğunu biliyordu. Serseri bir şekilde sayısız geceler kovaladığı gölge, kendisine ve bütün birliğine ihanet eden yaratık. Eğer bu kelimeyi kullanmamış olsa onun cazibesine kapılabileceğini hissetmişti. Zira konu Griffith olduğunda kendini neye şartlandırırsan şartlandır insanı etkileyebilen bir varlığı vardı. Görünüş olarak bile Gatts ile zıtlardı. Gatts’ın siyah sivri ve kısa saçlarının yanında Griffith’in uzun beyaz dalgalı saçları ona asil bir hava katıyordu. Gatts uzun boylu barbar tipli yapılı bir adamdı. Griffith ise neredeyse kadınsı bir narinlik ile asil bir özgüveni vardı. Gatts övünmekten hoşlanmasa da gücünü göstermekten çekinmez iken Griffith daha mütevazi idi. Yine de bütün bu özellikleri amacı uğruna yıllardır kendisine yoldaşlık yapmış insanları ziyafete atmaktan alı koymamıştı.

Kara kılıç Ustası Clare’in hızlanması ile kendine geldi.

“Bu taraftan!” 

***

Rakinin açık renk sivri uzun saçları yerini daha mavi ve mor tonlarda hareket eden bir uzva bırakmaya başlamışken Hel ile karşılaşmıştı. Kasabanın biraz ilerisindeki uçurumun kıyısında Eric uçurumu inerken fark etmişlerdi arkalarındaki yomayı. Hel uçabildiği için Biff’in intikamını almaya karar vermişti. Eric itiraz etse de Hel’in duygularından ötürü kendisini dinlemediğini biliyordu. Uyanmış bir yoma olan Raki hala uyurgezer gibi bir huşu ile mırıldanıyordu Hel saldırırken.

“İstiyorum…Ona ulaşmak istiyorum. Onu yakalamak istiyorum. Yakalamak…”

Kendisine gelen darbelere karşı kolunu kapladığı etten zırh ile savunurken Hel’in hava avantajını hızıyla birleştirmesine karşı koyamıyordu. Rakibinden yavaş kollarından biri birden bir kırbaca dönüşmüştü mırıldanması bittiğinde. Kolunu kırbaç şeklinde şaklatmak için savurduğunda Hel bu göz göre göre gelen darbeyi kolayca savuşturmuştu ancak bu basit bir kırbaç değildi. Tıpkı kendisi gibi havada inanılmaz bir kıvraklıkla dönüp hedefine doğru ilerlemeye devam etmişti kırbaç. Hel kaçmaya çalıştı ancak bu beklemediği kırbaç bir yılan gibi kendisini izlemeye devam ediyordu havada. Sonunda sürpriz saldırı işe yaramış ve kırbaç kendisini yakalamıştı. Hel kırbacın üstünde sivrileşip sertleşen dikenlerin yoma tenine batmasıyla son bir hamle yaptı. Bu hamle ile kendisini yakalayan yomayı uçuruma çekmeyi başarmıştı.

İki yoma uçurumdan düşerken Hel iyi bir strateji belirlediğinden emindi. Zira kendisi uçabiliyordu. Ancak stratejisindeki gedik kendisini saran kırbacın bir yılan gibi kendisine gittikçe daha fazla dolanmasıydı. Uçurumdan düşmek hiçte tahmin edildiği gibi uzun bir vakit almamıştı. Aksine o kadar kısa sürmüştü ki Hel sadece bir an sonra yere çarptığına yemin edebilirdi. Üstündeki yomada yaralanmıştı düşüşün etkisiyle.  Ancak bundan etkilenmiş gibi bir hali yoktu. Aksine kırbacını tek hamlede çekerek yakaladığı uyanmış yomayı iki haneli bir sayıda parçaya bölmüştü.

Raki hemen karşısındaki Eric ile gözgöze geldi. Üstündeki kan nasıl bir vahşete hazır olduğunu ortaya koyuyordu. Öyle ki artık takım arkadaşlarını yitirmiş Eric bile endişelenmeye başlamıştı. Özelikle o sakin gözlerinden korkmuştu. Sanki irisi silinmişti. Buna rağmen elindeki testere şeklindeki yere baktığını anlayabiliyordu. Gözlerinin sadece beyazı kalmış dili ise mırıldanıyordu

“İstiyorum…Kılıç istiyorum…Keskin bir kılıç istiyorum…”

***

Clare eğer Raki’nin kırık kılıcını gördüğü için endişeden kuduruyor olmasaydı Bir insanoğlunun kendisine nasıl ayak uydurduğuna şaşırabilirdi.

Sonunda uçuruma rast geldiklerinde Clare aşağıdaki yomalardan birinin çoktan öldüğünü hissetmişti. Ancak yola çıktıklarından beri var olduğunu hissettiği bir başka canavar onu endişelendiriyordu. Bedenindeki yoma etinin kendisi titriyordu sanki. Kime ait olduğuna dair tanıdık his ise bambaşka bir mevzuydu. Bu durumda ne hissetmesi gerektiğinden emin değildi. Rakiyi yoma olarak görmeye hazır mıydı gerçekten? Ya onu öldürebilecek miydi? Onu öldürmesi gerekiyordu değil mi? Yoksa Priscilla gibi bir başka canavarın daha doğuşuna neden olabilirdi. Tek boynuzlu canavarın Teressa’yı öldürmeden bir an önce bilincinin son kırıntılarıyla nasıl yalvardığını hatırlıyordu hala. Ancak o noktaya gelince artık çok geçti. Daha önce organizasyonun 9 numarası ile bu sefer bir savaşçı olarak benzer bir anısı vardı belki. Başarılıda olmuştu. Ama bu sefer ki durumu o an ile özdeşleştirebilir miydi gerçekten? Erkekler için durumun daha farklı olduğunu ilk elden duymuştu. Uyanmış yoma olan erkek bunun cinsel haz gibi hatta belki daha bile zevkli olduğundan bahsetmişti. Bir an bir savaş narası duydu. Bir insandan geliyordu. Gatts hiç beklemeden uçurumdan atladığında Clare bir an düşüncelerine daldığını fark etti. 

Kara kılıç ustası boynundaki acıyı tarttı. Damgasındaki acı bu yeni canavar olmuş yomayı öldürmesi gerektiğini söylüyordu. Çünkü canavar her an daha da güçleniyordu. Acının yaklaşmasına nazaran çok daha büyük bir eşik ile artmasından anlamıştı bunu. Bu işi hemen bitirecekti. Yoksa kendisinin ölmesi içten bile değildi. Her zamanki gibi tüm gücünü ve ruhunu koymuştu ortaya. Dövüşmekle ilgili bildiği pek çok şey vardı. Ancak asla değişmeyen kurallardan birine sarılmıştı şu an. ‘Korkarak kaçmak, köşeye sıkışıp savaşmak zorunda kalmak, vur kaç yapmak… Taktik değişebilir. Metod değişebilir. Ancak o anki duygular değişmeyecektir. Her zaman ki gibi en çok yaşamak isteyen hayatta kalır.’

Yapımcısının söylediğine göre elindeki kılıç gerçek bir ejderha avlamak için kullanılmış ve ejderhanın kafatasını ikiye bölen darbeyle ortaya çıkan kanla yıkanmıştı. Böyle bir yaratık için daha azı işe yaramazdı. Raki bunu bilmiyordu ancak kara kılıcın haşmetine bakarak bile bunu hissetmişti.

***

Kara kılıçtan kaçmak için yeterli zamanı olmamıştı Rakinin. Zira az önce kırbaç olmuş kolu ufak ama güçlü bir etin tuttuğu dev bir kılıca dönüşmüştü. Kılıç demek pek doğru değildi belki. Zira daha girintili çıkıntılıydı yüzeyi. Sanki her açıdan ve her mesafeden kesmeye uygun tasarlanmıştı. Bu kılıç ile Eric’in testeresini kıstırarak durdurmuş ardından tek hamlede ikiye bölmüştü yomayı. Ancak tam bu sırada duyduğu savaş narası uçurumun tepesinden kafasına iniyordu. Henüz canının son damlasını vermemiş olan Eric ise nedenini bilmediği bir içgüdü ile tutmuştu Raki’yi. Belki kendi insanlığından bir kırıntıydı bunu yaptıran, belki de kara kılıç ustasının bitmek bilmez yaşam gücü. Nedeni ne olursa olsun muazzam kılıç Rakinin yeni teniyle buluşmuştu.

Ancak yeni yoma olmuş adam buna bedenini sertleştirerek karşılık vermişti.  Eğer bunu yapmasaydı bedenini yaracak kadar kötü bir yara açılacağını biliyordu. Aslında bunu dövüşten hiç anlamayan biri bile anlayabilirdi. Her ne kadar Gatts’ın o uçurumdan atlarken kılıcının yaratık teniyle buluşma ihtimalini göz önüne almamış olsa da bu saldırıyı yaparken tereddüt etmemişti.

Sonuç olarak işte bir yaratık ile daha karşı karşıyaydı. Aklına Zodd ile yaptığı ilk dövüş geldi. O zamanlar daha genç ve muhtemelen daha güçsüzdü. Ama bir şekilde hayatta kaldı. Griffith’in de yardımı olmuştu elbette. Şimdi ise Griffith’e karşı duyduğu kin ve nefret yoluna devam etmesini sağlıyordu. Karanlıkta yalnız başına savaşan biriydi artık. Griffith ile arasına giren her şeyi yok edecekti. Artık kara kılıç ustasıydı o.

Raki kılıca dönüşmüş kolunu kırbaca çevirdi yeniden. Artık mırıldanmıyordu. Hedefine odaklanmıştı. Yoma yanı ağır basıyordu. Açtı. Çok açtı. Daha önce hiç bu kadar acıktığını hatırlamıyordu. Tek istediği yemekti. İnsan eti yemek ve yemeği kendisine gelmişti işte. Her zamanki gibi yiyeceğini avlayacaktı işte.

Gatts’a karşı kırbacıyla yaptığı hamleleri havadaki yusufçuk böceğini yakalayabilecek kadar keskin olmasına rağmen kara kılıç ustası yılların getirdiği tecrübe ve güç ile bunları karşılayabiliyordu. Hareketleri normal bir insan gözünün seçemeyeceği hızdaydı. Kırbacın isabet ettiği kaya parçalarında derin izler açılıyordu. Gatts sabırla her hareketine uygun miktarda güç koyarak hareket ediyor bir açık arıyordu. Yomanın diğer elini kılıç dediği keskin nesneye dönüştürünce hamle yapacağını fark etti. Neredeyse ilizyon numarası olabilecek kadar hızlı gelen kılıç darbesinden korunamazdı. Bir kırbaç saldırısına tüm gücüyle vurur vurmaz bütün bedenini tek bir yöne yatırdı. Kılıç yanağını kesmişti ancak şimdi saldırmak için açıkta bulmuştu. Bedeni yatırdığı tarafa düşerken dev kılıcını hızla çevirip yaratığa hamle yaptı. Yeni yoma kafasına geldiğini düşündüğü saldırıya kırbacıyla karşılık vermeyi denedi. Ancak hatası da buydu zaten. Kırbacı ikiye bölen kılıç bedeni zeminle buluşmuş sahibi tarafından hızla tekrar çevrilip diğer koluna yöneldi.

 Geri çekilmişti ilk defa. Yoma olduğundan beri ilk defa geri çekilmişti. Bu onu kızdırmazdı. Yenilmek onu kızdırmazdı. Taktikler onu kızdırmazdı. Bir insanın onu yaralaması onu kızdırmazdı. Hayır, onu kızdıran şey midesinde hissettiği yanmaydı. Açlığının getirdiği öfke ile geri çekilmiş ve kılıcıyla yerdeki Gatts’a saldırmıştı. Gatts dev kılıcı ile kendini savunsa da bu kadar çabuk bir karşılık beklemediği belliydi. İlk darbe o kadar güçlüydü ki yattığı yer çatlamıştı ağırlıktan. Peşpeşe gelen kılıç saldırılarını karşılamak için tüm gücünü kullanıyordu. Ancak sağlam koluna aldığı birkaç çizik bu girintili çıkıntılı kılıcın gitgide daha isabetli vuruşlar yaptığına kanıttı. Sonunda neredeyse ağır çekimde gördüğü boşluk için ağzından köpükler saçarak bağırmasına neden oldu.

“İşin bitti!”
“Raki! Hayır!”

Sadece bir anlık sürmüştü. Ancak o tereddüt anında Gatts kendisini savunmuş ve üzerindeki değil zırh, pelerinin ağırlığı bile normal bir insan için fazla sayılabilecekken tek bir harekette ayağa kalkmıştı.

“Ucuz yırttı”

Puck isimli avuç içi kadar elf onca koşturmacanın içinde sonunda kendisine sahne bulmuşken Clare ve Raki göz göze geldi. Bu sırada Gatts tüm kuvvetiyle hiç beklemeden kılıcını savurdu.

“Bekle!”

Clare aşağı yukarı aynı boyutlarda ama daha zarif kılıcı ile akranı dev demir parçasını durdurmuştu. Raki ise öylece Clare’e bakıyordu. Bedenindeki değişim gözle görülebilecek seviyedeydi. Her seferinde teninin üstüne yenisi ekleniyor ve ya kasları gerilerek genişliyor, büyüyordu.

“Ne yaptığını zannediyorsun!?”
“Ona bir bak. Beni tanıdı”
“Bu onu daha az tehlikeli yapmıyor.”
“Onunla konuşmama izin ver”
“Eğer beklersek onu yenemeyiz”
“Lütfen!”

Gatts yalvaran gümüş  gözlere baktı. Eğer bu bir sevgili kavgası olsa umurunda olmazdı ama boynundaki damgadan gelen acının artması ona çabuk olmasını söylüyordu. Bu yoma denilen şey her geçen dakika güçleniyordu ve sonunda yenemeyeceği bir seviyeye ulaşmak üzereydi. Bunu yapamazdı. Bunu gören Clare şansını tekrar denedi.

“Sadece bir dakika ver”

Gatts ağzından çıkan köpüklerle öylece duran yaratığa baktı göz ucuyla. Ardından homurdanır gibi bir “tamam” sesi çıkardı.

“Ama sadece bir dakika! Fazladan bir saniye bile beklemem”

Clare hiçbir şey söylemeden kılıcını kınına koyup Rakiye sarıldı. Gatts ise dev demir parçasını yaratığın boynuna vurmak üzere hazırda tutmuş bekliyordu artık.

“Raki! Beni dinle! Bunu geri döndürebilirsin. Geri döndürmek mümkün”

Yomanın gözlerinde bir anlık bir parıltı gezdi. Ancak çıkardığı ses ile bunu bastırmak istercesine bağırdı.

“Raki lütfen! Lütfen beni dinle böyle olmayacak! Onca zaman sonra seni buldum. Beraber bunun üstesinden gelebiliriz! Lütfen sesimin sana ulaşmasına izin ver!”

Clare gözleri yaşlı bir şekilde acı acı bağırarak Rakinin artık iyice kaybolan gözlerine bakıyordu. Raki ise derinden gelen bir tür ses çıkarmaya başlamıştı. Rahatsız olduğu belliydi. Bir şeylerle savaşıyordu evet ancak bedeninin hakimiyetini her geçen saniye daha da yitiriyor gibiydi.

“Raki!”

Diye bağırdı en sonunda Clare ve ardından insan tenini iyiden iyiye kaybetmiş Rakinin boynuna sarıldı. Kendi de biliyordu. Bir kere yoma oldun mu asla geri dönüş yoktu. Ancak belki, sadece belki insan haline geri dönebilirse bunu kontrol edebilirdi belki.
Bir ılıklık hissetti. Sıcak ama kötü kokulu bir sıvı gelmişti üstüne. Gözlerini açtığında kara kılıç ustasının kılıcını indirdiğini gördü. Vakit dolmuştu.

“Bunu neden yaptın!?”
“Bekle…”
“Nasıl yaparsın!? Hiçbir şey yapmıyordu!”

Puck Clare’in öfkesini hissetmiş önüne geçmişti. Ancak gümüş gözleri öfkeden sarıya dönmüş savaşçı onu dinlemiyordu. Sadece kılıcını çekmişti.

Gatts sağlam gözüyle kıza baktı. Farketmemişti bile. Canavarın bedenini delip geçen pençesini fark etmemişti. Üstüne hala onu savunuyordu. Yine de yapması gerekeni yapmıştı Gatts. Vakit dolduğunda kızın böğrüne açılan yarayla birlikte yaratığın kellesine hamle yapmış ve dev kılıcı kelleyi tutan eti kesmişti.

Clare Gatts’a saldırmak için hamle yaptığında anladı bacaklarındaki gücün çekildiğini. Ancak yapabileceği bir şey yoktu. Durumu kabullenmesini kolaylaştırması umuduyla gözyaşlarına hakim olmayı bıraktı.

Onca yıl sonra edindikleri mutlu son böylece sona ermişti. Gatts kendisine olan öfkeye aldırmadan yoluna devam ederken Puck onun ne kadar duygusuz olduğundan dem vurmak istedi ama ortamdaki havanın ağırlığı kelimelerin ağzından çıkmasına müsaade etmiyordu. Clare’in omzuna kondu usulca. Onun ağırlığını hisseden Clare ise bedeninden ayrılmış kafaya gitti. Kucakladığı kafayla Teressa ile olan son anılarına gitmişti aklı. Onda da aynı böyle kucaklamıştı Teressa’nın kafasını. Ancak aynı şeyleri tekrar yaşamak istemeyen yanı ağır gelmiş olacak ki kafayı düşen bedendeki yerine oturtmayı tercih etti. Aslında iyileşebilirdi bu canavar. Ne de olsa bir yomaydı. Clare Teressa’nın kafasını taşırken bunu bilmiyordu ama şimdi kendisinin içindeki yoma ile bu fikre tutunmayı tercih etti.
Puck başka canlıların duygularını hissettiği karnını tuttu. Clare’in kafasından geçenleri bilmiyordu ama hislerini anlıyor, özümsüyordu. Her ne kadar bir canavarda olsa ona yardım etmeye karar verdi. Kanatlarındaki peri tozlarını saçmaya başladı canavarın boynuna. Gatts ağır adımlarla ilerlediği için çok uzaklaşmamıştı ve olanları da görmüyordu. Sonunda Clare fark etti. Yomayı hissetmiyordu ancak yerine oturan kelle, bedeninde hareketlenme başlamıştı.

Bu olabilir miydi? Yomadan kurtulmak gerçekten mümkün müydü? Salya sümük bir şekilde yarım ağızla teşekkür edebildi ancak bu ufak elfe.

“Teehee önemli değil”

İnsan haline dönen Rakinin bedenine baktı ardından. Raki geri dönmüştü. Kara kılıç ustası da öyle.
Gatts duygularını içine atmayı öğreneli çok olmamıştı aslında. En son behelit ile kurban edilen kızın yanından ayrıldıktan sonra belirgin bir yüz ifadesi takınmıştı istemeden. Ancak şimdi bu konuda daha iyiydi.

“O hala bir canavar”

Gölgesi akşam güneşi ile birlikte üstlerine düşüyordu Clare’in. Ancak kılıcına davranmadı. Uzun bir sessizliğin ardından iki savaşçı gözleriyle anlaştılar. Bunun üzerine Gatts arkasını döndü ve sadece şunları söyledi gün batımına doğru ilerlerken

“Sanırım yoluma çıkmayacaksınız”

Clare kendini koyuvermiş Raki’ye sarılmıştı. Gözlerini kırpıştırarak açan adam ise elini bir çocuğun başını okşar gibi Clare’in açık renk saçlarında gezdirdi. Gatts ise boynundaki acının azalmasıyla yüzüne memnun bir tebessüm oturtarak Puck’ın az önce olup bitenle ilgili olan gevezeliğine aldırmadan yoluna devam etti.

“Ama onu ben kurtardım. Benim sihirli elf kanatlarımdaki toz sayesinde oldu. Neden bunu kabul etmiyorsun? Neden bir şey söylemiyorsun? Hey Gatts beni bekle! Gatts!”

SON
Umarım beğenmişsinizdir.