Açıklama:
"If
Akainu was the main protagonist, I could put an end to One Piece within a
year" Oda in an interview. ODA: Akainu ana karakter olsaydı
one piece’i 1 senede bitirebilirdim.
Dolayısıyla bir denemek istedim eğer gerçekten olsaydı ne olurdu
Bölüm 1
“Bu Sakazuki mi?”
“O tekneyle ne yapıyor?”
“Hey Sakazuki!”
Kollarını kavuşturmuş adam hasır şapkasının gölgelediği
gözleri açığa çıkmayacak kadar kafasını çevirdi kıyıdaki balıkçıya.
“Kıyıdaki canavara dikkat et!”
Eğer denk getirirse bir yonkou’nun bile kolunu
kaptırabileceği bu canavar –her ne kadar o seviyede birinin tek kol yüzünden
gücü azalmayacak olsa da- korkutucuydu, evet. Ancak balıkçının baygın
bakışlarla yaptığı bağırtı uyarı taşımıyordu. Aksine canavar için endişelenmek
daha doğru olurdu. Maalesef tam bu anı bekliyormuş gibi ortaya çıkan canavar
bundan habersizdi.
Korsan olmaktan çok denizcilere olan nefretiyle bilinen
Sakazukinin denizcilerin karşısına aldığı bir yafta ile denizlere açılması
kimseyi şaşırtmamıştı. Çok az kişi “Neden şimdiye kadar bekledi?” ve ya “Dağlarda
ne yapıyordu?” diye soruyordu. Daha azı ise Garp ile olan ilişkisini bilirdi.
Kimi baba oğul derdi onlara. Ancak kan bağı olmadığını herkes bilirdi. Garp ile
bu kadar aksi bir yol seçmesi ise başka bir merak konusuydu aynı azınlık
tarafından.
Sonuçta yola çıkmıştı. Bir tekne içinde bir fıçı elmadan
başka sahip olduğu tek şey giysileriydi. Hasır şapkası altındaki kolsuz kırmızı
giysinin altında dizlerine kadar bir pantolon giymiş Sakazuki modadan, yaşından
ve ya kişiliğinden bu kadar uzak giysileri neden tercih etmişti kendisi bile
bilmiyordu. Ancak bildiği bir şey vardı ki korsan olma yolunda olabilecek en
büyük hedefi koymuştu kafasına. Şu an kırmızı gözleriyle kendisine bakan
yılanımsı canavar ise bu yolda bir engeldi. Engelin büyüklüğü ve küçüklüğünü
umursamazdı Sakazuki. Tek bildiği kimseyi asla hafife almadığı idi. Ne bir
canavar ne bir insan ne de başka bir ırk için geçerliydi bu.
Mutlak bir arzu ile kolundaki kasları gerdi. Omzunun biraz
aşağısından itibaren eriyen kolundan artarak bir sıcaklık yükseliyor erimiş
kayalar çıkıyordu. Canavar bu ufak sıcaklıktan yükselen ısıyı hissettiği için
bir anlık tereddüde düştüğü anda yakıcı bir sıcaklık böğrüne doğru yola
çıkmıştı bile
“DAI FUNKA!”
Dört denizde bir efsane olan şeytan meyvesi yemiş Sakazuki
denize düştüğünde bir çekiç kadar hareketsiz olmanın karşılığında bu gücü elde
etmiş ve magma adam olmuştu. Sıcaklık o kadar yüksekti ki üstünde durduğu suyun
buharı bile canavarı haşlamaya yeterdi aslında. Halbuki lav suya değmemişti
bile. Bunun yerine hedefine doğru ilerlemiş ve yarısı kömür olmuş canavarı
fazla kızarmış bir yılan balığına dönüştürmüştü.
Sakazuki yüksek IQ’lu biri değildi belki. Ancak aptal da
değildi. Aksine denizler hakkında biraz bilgisi vardı. Rotacı diyemezdi kendine
ancak denizlerde kaybolmayacağı konusunda kendine güveniyordu. Bu öz güvenle
yoluna devam etti. Kıyıdaki balıkçılar ise suyun içinde olduğu halde kızaran canavara
baktı kıyıdan. Bu adamın aklına koyduğu şeyi yapamaması için ilahi bir güç
gerekiyordu ancak.
Yolundaki ikinci engel bir girdaptı Sakazuki için. Canavarı
öldürürken buharlaşan su denizin dibindeki bir boşlukla birleşince bir dönemeç
oluşmuştu. Su altında bir hortuma benzeyen anafordan kurtulmak için etrafına
baktı Sakazuki. Gözü elma dolu fıçıya
kaydı. Ancak normal bir insan sığabilirdi buna. Kendisi gibi iki insan boyunda
biri için pek olası değildi yani.
Elindeki bir adanın iklimini dahi değiştirebilecek güçteki
şeytan meyvesi ve bu meyvenin nimetlerinden sonuna kadar yararlanabilen bir
akıl ve beden ile bir anafordan kurtulmak zor bir şey değildi tabii ki. Sadece
ilk tercihi olmamıştı o kadar. Kolunu tekrar şeytan meyvesi yeteneğiyle magmaya
dönüştürdükten sonra suya doğru hamle yaptı. Kılıç yapımında kullanılan çeliğin
bile sadece yaklaşarak kömür olduğu bu yetenek ile su bir anda buhar olup
uçmuştu. Çevresinde ki yerini doldurmak üzere birden ivmelenip mevcut boşluğa
dolunca anafor kaybolmuş ve Sakazuki’nin küçük tekneside bir an dengesini
kaybetmişti. Ancak buharlaşan suyun yerinde biriken soğumuş magmanın kayaya
dönüşmesi ile deniz çabucak durgunlaşmıştı yeniden.
Pek çok şeytan meyvesi kullanıcısı için bile sorun teşkil
edecek bir problemi daha çözmüş olan Sakazuki yüzünü ileri doğru dönüp bir
sonraki adaya varmak üzere ilerlemeye devam etti.
Bölüm 2
Magma adamın ilk vardığı adada gördüğü pembe saçlı çocuk bir
korsan için çalışıyordu. Alvida denen korsan bu ezik çocuğa “Dünyanın en güzel
kadını kim?” diye sorarken Sakazukinin takıldığı nokta başkaydı. Coby isimli bu
çocuk amacının denizci olduğu söylemişti. Karşılığında vereceği cevap ağzından
çıkmadan Alvida olaya dahil olmuştu. Ancak bu onu durdurmamıştı
“Denizcilerden nefret ederim”
Alvida, Coby’e işkence gibi gelen sorusunu yönelttikten
hemen sonra yanındaki adamın böyle bir karşılık vermesini anlamsız bulmuştu.
Ancak üzerinde durmadı. Ta ki Sakazuki Coby’e hamle yapana kadar. Alvida ve
tayfası bağırmaya bile fırsat bulamayan Coby’nin erimiş kayaya dönüşünü
nefeslerini tutarak izlerken Sakazukide mırıldanıyordu
“Eğer amacı denizci amirali olmak ise bunu pekala
başarabilir. Bunun için ufak bir ihtimal dahi olsa izin veremem. Denizcilerin
kökünü kazıyacağım”
Alvida bir korsan tayfasının kaptanı olarak bütün
tayfasından önce kendine gelmişti. Daha çok kendisine yağ çekmek üzere olan
pembe saçlı çocuğun lafını kesilmesine kızdığını dile getiren Alvida
korsanların dünyasındaki “nakama” yani yoldaş bilincinin aslında ne kadar zayıf
olduğunu gösteriyordu.
“Benim ne kadar güzel olduğumu söyleyen birini nasıl
öldürürsün?!”
Tayfası demir sopasının ortaya çıkmasına atıfta bulunan
tepkiler verirken demir sopa Sakazukinin omzuna inmişti bile. Zira Sakazukinin
boyu kafasına gelmesini bir nebze engelliyordu. Ancak demir sopa sıvılaşan
bedenin bir miktar içine girip erimeye başlamıştı bile.
“Diğer korsanlarla
alıp veremediğim yok”
Sakazukinin beklenmedik bir şekilde iyi karşıladığını
düşündürecek sözleri yerini sert bakışlarına bırakınca yanıldığını anlamıştı Alvida.
“Ancak yoluma çıkan her şeyi yakıp kül edeceğim”
Demir sopa eriyip kül olurken yerinde bıraktığı magma
sopanın kalınlığı kadar olan boşluğu doldurup taşmaya başladı. Ardından ancak
bir nefes alıp verme süresinde Alvidayı yutup tayfasının üstüne ilerlemeye
başladı. Kudurmuş bir kırmızı köpek gibi tayfanın üstüne atlayan magma bir anda
ortalığı cehenneme çevirmişti bile. Küçük denilmeyecek ancak büyükte sayılmayan
korsan tayfasından geriye kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey kalmamıştı.
Kendini yaptığı saldırıya kaptıran Sakazuki kendi küçük
teknesini de batırmıştı. Yanan kıyı şeridinin ilerisinde gözüne takılan pembe
bir gemi dikkatini çekti. Renklerle pek alıp veremediği olmayan Sakazuki gemiyi
almaya karar verdi. Zira kullanabilecek başka kimse kalmamıştı
Bölüm 3
Bir sonraki adaya vardığında Alvidanın gemisinden daha büyük
bir olay söz konusuydu adada. Korsan avcısı Zoro bir kızı kurtarmak için Balta
El Morgan’nın oğlu Helmeppo’nun köpeğini kılıcıyla kestikten sonra bir anlaşma
yapmıştı. Bu anlaşma gereği bir aydır aç ve susuz olarak çarmıha bağlanmış olan
yeşil saçlı kılıç ustasına kurtardığı kız yiyecek götürüyordu. Elindekilere
dikkat etmekten Sakazukiyi görmemiş kız dev adama çarptığı için özür dilemiş ve
hiç beklemeden yoluna devam etmişti.
Sakazukiyi duruma müdahale etmekten alıkoyan şey ise kıza
yapılan uyarılardı.
“Oraya gitme!”
“Denizcilere yakalanırsan sana acımazlar!”
İnsanların yüzlerindeki korkuyu gördü Sakazuki. Ancak motive
olmak için buna ihtiyacı yoktu. Denizcilere olan nefretiyle gözünü kan bürümüş,
kızı takip etmeye başlamıştı. Denizci üssüne geldiğinde duvarı aşan kız
bağlanmış korsan avcısının yanına gitmişti bile. Ancak olabilecek en kötü
ihtimallerden biri devreye girmiş ve Helmeppo şımarık çocuk imajı ve yanında
iki denizciyle o tarafa geliyordu.
Kızın yardıma geldiğini görünce bunun anlaşmaya karşı gelmek
olduğuna dair bir şeyler zırlamaya başlamış ve kızı tekmelemişti. Denizciler bu
durumdan hoşnut değildi belli ki. Pek çoğu hayatını sivilleri korumak için bir
kenara atabilirdi. Ancak makam ve mevkiden kaynaklanan bu güç iradelerini
bağlıyordu. Olayların daha ne kadar kötüye gidebileceğine dair iki denizci
birbirine doğru bakarken gerçekten kimin tarafında olduklarını göstermeleri
gereken bir emir geldi bu şımarık çocuktan
“Anlaşmayı bozdu. Kızı öldürün”
“A-ama efendim”
Üstten ikiye ayrılmış kısa, sarı saçlarını savurarak denizci
erlerine döndü Helmeppo.
“Anlaşma bir ay boyunca az ve susuz kalması karşılığında
kıza dokunmamaktı! Madem kız yiyecek getiriyor o zaman anlaşma bozulmuştur!”
Denizcilerin alnında emri uygulamak ve doğru şeyi yapmak
arasında gidip geldiklerini gösteren birkaç damla ter damlası parladığı sırada
çarmıha bağlanmış korsan avcısı bir küfür söze karışacakken şımarık çocuk
karşılık verdi
“Benim gibi yüce biriyle nasıl böyle konuşabilirsin seni
pislik!? Ben Balta El Morgan’ın oğlu helmeppo-sama seni idam ediyorum. İkisini
de öldürün. Eğer siz yapmazsanız ben yaparım”
Kollarının bağlı olmasından dolayı aciz kalmış korsan avcısı
ve korku dolu bakışlar arasında denizcilerden birinin silahını kapan
Helmepponun kafasından geçenleri bilselerdi bunlar asla olmazdı beklide. Zira
kendisi zaten onları sağ bırakmayı düşünmüyordu. Ancak Zoro gibi şeytan olarak
tabir edilen biriyle kafa kafaya mücadelede edemezdi.
Silahı doğrulttuğu an Zoro’nun aklında sadece tek bir
düşünce vardı. Hayatını kaybetmesi değildi, Hayatının gözleri önünden geçmeside
değildi. Tek endişesi verdiği sözü tutamayacak olmasıydı. Sakazukinin denizci
üssünü çevreleyen duvarı eriterek yanlarına yaklaşmasının tam olarak şimdi
olması belki de Zoronun verdiği söze olan bağlılığı olmuştu. Kendisi Tanrıya
hiç dua etmemişti. Ancak buna rağmen kendisini gözeten bir şey vardı beklide.
Sakazuki yavaşça ilerliyordu. Erimiş kayalardan yansıyan
ışık gölgeli yüzünü aydınlatıyor, gözlerinin içini dolduruyordu. Sert siması
gözlerine direkt olarak bakan düşmanlarının yüreklerine korku salıyor, yoluna
çıkan her şeyi yok etmek isteyen aurasını güçlendiriyordu.
Sakazukiyi gören Helmeppo neye uğradığını şaşırmış az önce
yapmak istediği her neyse onu bile unutmuştu. Ancak yanına geldiğinde hayatta
kalma içgüdüsü ile kendine gelmişti. Bu adam tehlikeliydi. Bedeni istemsiz
olarak elindeki tüfeği dev adama doğru doğrulttu. Ancak denilecek hiçbir söz
yapılacak hiçbir girişim başarılı olmayacaktı ona karşı. Bunu ağzından dökülen
kelimelerde ki niyeti bile belli ediyordu.
“Denizciler…Denizcilerden nefret ederim”
Bedeninde ki şeytan
meyvesi yeteneği sayesinde ortaya çıkan erimiş kayalar, sıcaktaki dondurma gibi
yavaşça erimeye başlamış tek harekette iki denizciyi de ortadan kaldırmıştı. Bu
kadar trajik bir görüntüyü kaldıramayan kız ağlamaya bile cesaret edemeyecek
kadar korkmuştu. O kadar korkmuştu ki patlayan tüfeğin sesini bile duymamıştı.
Helmeppo ateşlemişti silahı, denizcileri korumak için değil, sadece korkusuna
yenik düşmüştü. Ancak şeytan meyvesinin bahşettiği yeteneklerden biri de
fiziksel saldırılardan etkilenmemesi olan Sakazuki küçük bilye bedeninde
erirken Helmeppoya döndü. Sivil kıyafetler içindeki kişilerle ilgilenmiyordu.
Ancak keskin kulakları ‘Balta el Morgan’nın oğlu’na dair bir cümle yakalamıştı.
Sormaya bile gerek duymadan Helmeppo’nun birden dili çözüldü
“S-sen ne yaptığını sanıyorsun!? B-b-Benim kim olduğumu
biliyor musun!? Ben Balta El Morgan’nın çocuğuyum bana dokunursan…!”
“Baban nerede?”
Sakazukinin otoriter sesi şımarık çocuğun sesini anında
kesmişti. Öyle ki cevap dahi veremiyordu. Az önce gözleri önünde kelimenin tam
anlamıyla eriyip giden denizcilerden kalanlara baktı. Sıcak kaya hala soğuyor,
ancak sıcaklığından gelen kırmızı rengini hala atabilmiş değildi. Zoro karıştı
söze;
“Denizci üssü o tarafta”
Sakazuki genç adama döndü. Koyu yeşil bandanasının altındaki
gözlere baktı. Sert biriydi belli ki. Erimiş kayadan oluşan elini uzattı yeşil
saçlı korsan avcısına. Dokunduğu anda alev alan iplerin yanmasıyla kurtulmuştu
Zoro. Bunun üzerine ağızlarından tek kelime çıkmadan gözleriyle birbirlerine
teşekkür eden iki katil ayrıldı.
Sakazuki kendisine tarif edilen yöne doğru ilerlerken Zoroda
Helmepponun yakasına yapışmış kılıçlarının nerede olduğunu soruyordu. Bu sırada
korkudan dona kalmış kız Sakazukinin uzaklaşmasıyla çözülmüş ağlamaya
başlamıştı. Bunu gören Zoro Helmepponun yakasını bırakmadan kızı güvenli bir yere götürmeye karar verdi.
Sert biriydi Zoro, rakiplerine acımazdı. Hele amacı doğrultusunda yoluna çıkan
her engelde aklını, bedenini ve iradesini sonuna kadar kullanacak biriydi.
Ancak sivillerle bir alıp veremediği yoktu. Aksine sivillere yardım etmek
kendisini güçlü rakiplerle karşılaştıran en önemli etken olmuştu.
Sakazuki bir binanın üstünden duyduğu seslerden dolayı
yönünü değiştirirken bir binanın tepesinde egosunu yaptırdığı heykelle
ölümsüzleştirmek isteyen Balta El Morgan denizcilere heykelini diktiriyordu.
Binanın tepesine çıkartmak için bile neredeyse bütün denizcileri seferber
etmişti. Sonunda sadece ayağa kaldırması kalmış heykel onlarca denizci
tarafından iplerle bağlanmış kaldırılıyorken binanın zemininden gelen bir
sarsıntı ile heykeli düşürmüşlerdi.
Dünyadaki en önemli görevde başarısız olmuşlar gibi baktı
denizcilere Morgan. Kırık çenesi yerine monte edilmiş demir kap ve kopan sağ
kolu yerine yerleştirilmiş dev balta ile ayırt edici özelliği olan biriydi.
Ancak güç sarhoşu olmuştu. Heykelinin kopan koluna baktı. Binanın sarsılıyor
olması umrunda değildi. Tek bildiği denizciler binanın tepesine dikilmesi
gereken heykelini kaldırmakta başarısız olduklarıydı. Bu uğurda birini
cezalandırmalıydı ki bu hata tekrar edilmesin.
Ancak tam eli yerine monte edilmiş kolunu kaldırmıştı ki
bütün bina yerle bir olmaya başladı. Buna bir anlam veremeyen Morganda
yıkıntılarla birlikte düşmeye başladı. Kafasında bütün bunlar için kimi
cezalandırması gerektiği vardı sadece. Ancak buna fırsatı olmayacaktı. Sadece
lakabını duyarak tanınabilecek Morgana gözlerini kenetlemişti bile Sakazuki.
Çöken binadan dolayı pek çok asker yıkıntıların arasında
kalmış daha fazlası da yaralanmıştı ancak Hiçbiri binanın temelinde ki soğumaya
başlayan kayaları açıklayamıyordu. Havanın çok sıcak olduğunu düşünerek
kafalarını gökyüzüne kaldırdıklarında ise görmeyi umdukları en son şey ile
karşılaştılar. Bir meteor yağmuru bütün denizci üssünü hedef almış gibi
üstlerine geliyordu.
Etrafı cehenneme çeviren birkaç dakikalık meteor yağmurunda
egosundan dolayı sinirden köpürmüş Morgan meteor yağmurunun sebebi olan adama
bakıyordu. Kendisinin ne kadar güçlü olduğuna dair gevelediklerini
duymamazlıktan gelen Sakazuki ise bedenine isabet eden baltaya baktı. Zaten
erimeye başlayan balta kömüre dönerken Morganın aklı başına gelmişti. Bu daha
öncede olmuştu. Bütün bir gemi dolusu adamını kaybettiği bir adamı yakaladığı
için geldiği bu mevki de yine aynı olayı yaşıyordu sanki. Ancak bu sefer sonuç
daha mutlak olmuştu. Bedenine giren yakıcı sıcaklıktaki lav kalbine isabet
etmişti.
Balta El Morgan böylece hayatını kaybederken Zoroda son anda
kaçmıştı denizci üssünden. Kılıçları için girdiği binadan ayrılırken arkasına
dahi bakamamıştı. Bir elindeki Helmeppoyu bile bırakmayı unutmuştu. Ardına
baktığında yüzüne çarpan sıcaklık ve yükselen siyah dumanlar arasında cehenneme
baktığını hissetti. Orada çalışan denizcilerin bir suçu yoktu bile. Sadece
başlarındaki adam kötü biriydi. Ancak artık önemi kalmamıştı. Hepsi kavurucu
kayaların altında kalmıştı zira.
Adadaki herkes Balta El Morganın ölmesine yenilmesine
sevinmekle ardında bıraktığı bu yıkımı sindirmek arasında kalmıştı. Sakazuki
ise kıyıya varmıştı bile. Ancak Denizci üssündeki şımarık çocukla
karşılaşacağını düşünmemişti.
“Sen”
“B-ben mi?”
“Babanın intikamını
alacaksın değil mi?”
Helmeppo beklediği son kelimeleri duymanın etkisiyle faltaşı
gibi açılmış gözlerle baktı magma adama. Ancak dahada beklemediği bir şey vardı
ise o gerçekleşiyordu hemen ardından. Sakazuki cevap dahi beklemeden Helmeppoya
saldırmıştı. Son anlarını bir kafa karışıklığı içinde geçirmiş Helmeppo için
olan son sözlerini Zoro duymuştu Sakazukiden
“Eğer bu hırs ile denizci olmaya karar verirse, bütün bu
yaptıklarım boşuna olurdu. Eğer yabani bitki sökülecekse bunu kökünden
yapmalısın”
Zoro biraz tedirgin olmuştu bu sözler karşısında. Ancak
kendisine yöneltilen soru ile tekrar normal haline dönmüştü.
“Sen ne yapacaksın?”
“Ben bir adamı arıyorum. Bunun için Grand Line’a
gitmeliyim.“
Sakazuki yeşil saçlı adama döndü.
“Ben de oraya gidiyorum.”
Ortada bir teklif yoktu. Birbirlerinin yoluna çıkmadıkları
sürece beraber seyahat etmelerinde bir sıkıntıda yoktu. Bu vesileyle Alvidanın
gemisine bindiler. Zoro ise bunun önceki sahibini göz önünde bulundurunca
yapacak başka bir şeye gerek duymadı. Sakazuki pek konuşkan değildi. Neden üç
kılıç taşıdığını bile sormamıştı. Böylece yola çıktılar tekrar
Bölüm 4
Sakazuki geminin ön tarafından önlerinde ki adaya bakıyordu
kollarını kavuşturmuş. Gözlerini hedefine öylesine dikmişti ki mesafeler
önemini yitiriyordu. Yeşil saçlı kılıç ustası son sake şişesinin dibini
getirirken yaklaştı arkadan
“Bu sonuncuydu. Erzak ihtiyacımızı nasıl halledeceğiz?”
Sakazuki kafasını hafifçe ileri doğru oynatarak gittikleri
istikameti gösterdi. Zoro bu dev adamın ne yapacağını merak ediyordu. Acımasız
olduğu kesindi ancak daha masum birine zarar verdiğini görmemişti. Gerçi son
olaydaki denizci üssünü komple yakıp yıkması bir derece sorgulanabilirdi,
kendisi için bile. Kıyıya yaklaşırlarken turuncu, kısa saçlı bir kızın koşarak
yaklaştığını gördüler.
Çilleri kendini çok belli etmeyen Nami foyası ortaya çıkınca
yine bacaklarına yüklenmiş arkasındaki iki korsandan kaçıyordu. Elindeki en iyi
kozu hala patronlarının bundan haberi olmamasıydı. Onları atlatırsa geri dönüp
Buggy’den hazinelerin kalanınıda çalabilecekti. Yıllardır adım adım
geliştirdiği hırsızlık becerileri çok ileri seviyede ki rotacılık bilgisiyle
birleşince denizlerde genç yaşına rağmen hayatta kalmayı başarmıştı. Yine de
güçlü biri değildi. Teketek dövüşte kas gücünden çok zekasına güvenmeliydi.
Şimdi ki gibi kafa kafaya dövüşte ise şansı yoktu.
Kıyıya vardığında dev gibi bir adamın kendisine ait olmadığı
her halinden belli pembe tonlarında bir gemiden indiğini gördü. Yeşil saçlı bir
başka adamda gemiyi kıyıya bağlıyordu. Aklına bir kurnazlık geldi ve onlara
doğru bağırarak koşmaya başladı.
“Patron! Patron peşimdeler yardım et”
Sakazuki tepeden baktığı genç kıza döndü. Nami ise cilveli
bir şekilde ne kadar tehlikeli olduğunu bilmediği bu adama yaklaşıp
peşindekilerden şikayet etmeye başlamıştı.
“Dediğini yaparken yakalandım lütfen beni almalarına izin
verme patron”
Peşindekiler numarayı yutmuştu. Sakazukiye Naminin patronu
muamelesi yapıyorlar ve karşılığında paralarını istiyorlardı. Eğer dövüşmeye
başlarlarsa Nami kaçacaktı. Ancak ummadığı bir şey olmuştu. Sakazukiden yüksek
derecede bir sıcaklık etrafa yayılırken olaya Zoro müdahil olmuş kendilerini
rahatsız eden bu korsanları iyice bir benzetmişti.
Yedikleri dayak ile taraf bile değiştiren korsanlar aslında
çok daha kötüsünden kurtulduklarından habersiz ellerini ovuşturuyor, nasıl
yardımcı olabileceklerini soruyorlardı. Bunun karşılığında gemiye göz kulak
olmalarını söyleyen zoronun sert suratı onları ikna etmeye yetmişti. Bu duruma
şaşıran Nami ise az önce hissettiği sıcaklığın nedenini tam olarak kavrayamasa
da bu adamların güçlü olduğuna kanaat getirip az önce başlattığı oyuna devam
etmeye karar verdi
“Çok sağol patron, kendine yeni bir adam mı buldun?”
Biraz uzaklaştıkları zaman artık cilveli tavırlarını bırakıp
bir başka plan yapmıştı bile.
“Ee siz kimsiniz bakalım?”
Sakazuki cevap vermedi ama Zoro mevcut durumu kabullenmiş
gibi bir tavır takınarak cevapladı
“Sanırım korsanız. Erzak arıyoruz”
“Paranız var mı? Erzak bedava değil”
“Hayır”
Naminin dibi düşmüştü.
“O zaman nasıl erzak edinmeyi düşünüyorsunuz?”
“Hey baksana”
“Ne var!?”
Nami bir anlık hınç ile Sakazukiye doğru dönmüştü. Bu adamda
korkutucu bir hava vardı. Yanındaki kılıç ustası bile daha sevimli kalıyordu
kendisine nazaran. Bu da az önceki sinirli halini biraz sindirmişti Naminin.
“Bu kasaba neden boş?”
“Ah bilmiyor muydunuz?”
“Neyi?”
Söze karışan bu sefer Zoro olmuştu.
“Bu kasaba Palyaço Buggy tarafından ele geçirildi”
“Palyaço Buggy mi?”
“Evet bütün kasaba köyün dışına kaçtı. Şimdi de parti
veriyorlar ve…”
Nami hiç duraksamadan planını uygulamaya koymak için
konuşmasında hiçbir şekilde duraksamadan teklifini öne sürdü.
“…eğer erzak istiyorsanız onunla yüzleşmelisiniz. İsterseniz
size yardımcı olabilrim”
Sakazuki kafasını Namiye çevirdi. Bakışları buluştuğunda
Nami bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti. Ancak hiçbir şey demeden tekrar
ileri doğru baktı ve cevap verdi
“Yolu göster”
“T-tamam”
Nami önlerine geçerken üzerindeki bir çift göz yüzünden
düşüncelerine bile hakim olmaya çalışıyordu. Ancak hepsine değil.
“Bu adamın nesi var? Onları yem yapacağımı anladı mı?”
Bu sırada Buggy ve tayfası parti yapmakla meşguldü. Bu
huyunu belki de eski kaptanından kapmıştı Buggy. Belki de hiç sevmediğini
söylemekten çekinmeyen tayfa arkadaşından. Ancak parti yapmayı sevdiği
belliydi. Bütün tayfada bir sirk teması hakimdi. Kimi tek tekerli bir bisiklete
binmişti kimi alev üflüyordu kimi de dev bir aslanı komuta ediyordu kırbacıyla
“Hadi o numaranı göster Richi!”
Richi kükreyerek bir çemberden atlarken Buggy ise kırmızı
büyük burnu ile ağzını mümkün olduğunca açık tutmaya özen gösteriyormuş gibi
hiç kapamadan yiyip içiyor adamlarına ne kadar iyi bir iş başardığını
söylüyordu. Az sonra sırf eğlencesine kendi geliştirdiği özel bir gülleyi
getirmelerini istedi. Bu güllenin gücünü zaten bilen adamlarına övemeden
edemiyordu. Nasılda normal bir top güllesinden on kat daha güçlü olduğunu
bağırdı. Topu ateşlediklerinde gerçektende bitişik duran iki ve ya üç katlı
evlerden bir sıra boyunca paramparça olduklarına bir kez daha şahit oldular.
Şamatanın arasında dev bir adam göründü. Yanında da biri
turuncu diğeri yeşil saçlı iki kişi duruyordu. Turuncu saçlı kız Buggy’e el
sallayıp yaklaşırken gürültüde tuhaf bir şekilde azalmaya başlamıştı. Sanki
bütün tayfa ciddi bir şeyler olacağını hissetmiş gibi durumu gözlüyorlardı.
“Bakın kimler gelmiş.”
“Merhaba patron”
“Kaçtığını gördüm Nami. Peşinde de iki adamım vardı”
Hoş beşi geçip direk konuya giren korsan kaptanının bunu
bilmediğini umuyordu. Ancak öğrenmişti. Bunun duyduğu o tuhaf yeteneğiyle bir
ilgisi olduğunu düşündü.
“Ah öyle mi?”
“Kesinlikle. Yoksa, bir ihtimal bana kazık atmaya çalışıyor
olamazsın değil mi?”
Nami hazırlıksız yakalanmıştı. Kendisini görmediğini
düşünerek fazla aceleci davranmıştı anlaşılan. Basit bir hataydı ama planları
bu kadar peş peşe ters gidince herkesi ardında bırakıp kaçacak vakti de
olmamıştı zaten. Ne yapacağını düşünürken Sakazukinin yanında yükseldiğini
hissetti.
“Sen bu kasabayı boşaltan korsansın değil mi?”
Buggy kafasını yukarı kaldırmış ve hiç kapanmayan ağzından
bir kahkaha çıkartmıştı.
“Evet ben Yüce Buggy-sama’yım. Bir sorunun mu var?”
Bütün tayfa yavaşça ama usturuplu bir şekilde yaklaşıyordu
bu arada. Ortama gergin bir hava hakim olmuştu bir anda. Zoroda elini
kılıçlarına atmış keskin gözlerle etrafını inceliyordu.
“Erzak istiyorum“
Sakazuki istifini hiç bozmadan bu karşılığı verince çevresindeki
herkes bir an afallamıştı. Ancak Buggy bir kafa işareti yapınca bütün tayfa pis
pis gülerek iyice yanaşmaya başladılar. Yalnızca biri arkaya bir yere gitmişti.
Bu sırada Buggy konuşuyordu gülerek
“Tabi ki eğlencemizden arta kalanları toplayabilirsiniz”
Bütün tayfa kahkaha attı bu lafın üzerine. Gerçek bir
palyaço gibi etrafını eğlendiriyordu sanki. Zoro ise Sakazukinin sessizliğinde
lafa karışmayı uygun bulmuştu. Kimse Naminin ortadan kaybolduğunu anlamamıştı.
“Hey bizimle dalga mı geçiyorsun?”
“Ah bu korsan avcısı Zoro değil mi? Öyleyse ne yapacaksın?”
Zoro elini kılıçlarına atınca Buggy’de üç kılıcı olduğunu
fark etmişti.
“Ah üç kılıç demek? Biliyor musun böyle bir numarayla benim
tayfamda yer almalıydın”
Bütün bunları kaldıramayan Zoro biri ağzında olmak üzere üç
kılıcını da çekip tek harekette Buggy’i dört parçaya bölmüştü. Ardından
kılıçlarını yerine koyarken bütün tayfaya seslendi
“Haddinizi bilin ve istediğimizi verin”
Ancak tayfa endişeli değildi. Aksine sırıtmalarına devam
ediyorlardı. Bunun ardından sırtında bir acı hissetti Zoro.
“Bu da nesi!?”
Havada süzülen tek bir el, tuttuğu bıçağı Zoroya saplamıştı.
Ardından Buggy’nin sesi duyuldu. Parçaları havada süzülüyor tekrar yerine
oturuyordu. Nami göz ucuyla bunu uzaktan görmüş ve kendisinin nasıl
yakalandığını da anlamıştı. Kaçarken havada süzülen bir kafaya ihtimal
vermediği için dikkat etmezdi tabii ki.
Zoro acı içinde bir küfür savuracakken Buggy’de konuşmaya
devam ediyordu
“Ben Barabara no mi* şeytan meyvesini yedim ve artık
vücudumu istediğim gibi parçalara ayırabiliyorum. Siz kaç parçaya
ayrılabiliyorsunuz görelim bakalım!”
Bağırarak yaptığı bu konuşmanın bir işaret olduğunu
çevrelerine toplanmış kalabalığın bir anda dağılmasıyla gördüler. Az önce
birkaç binayı silip süpüren top güllesinin ağzında duruyorlardı. Zoro bu
yarayla hemen kaçamazdı. Tam ne yapacağını düşünürken bir gölge düştü üstüne.
Sakazuki topa doğru ilerliyordu.
Bütün tayfa bu dev gibi adamın aptal olduğuna dair yorumda
bulunurken Buggy ve iki çekirdek üyesi bu durumdan memnun kalmamıştı
“Ne yaptığını sanıyor bu? Muggy topunu direk karnına mı
alacak?”
Hedefin kaçmasına izin vermeyecek kadar kısa sürede patlayan
top mermisi hedefini bulmuştu. Ancak patlamamıştı. Erimiş kayaları da kendine
katıp ilerlemeye devam etti sadece. Daha sonra bir kaya parçası gibi yere
düştü. Ancak patlamadı. Bundan daha şaşırtıcı bir şey varsa Buggy ve tayfası
ona bakıyorlardı. Top mermisi büyüklüğünde bir delik açılmıştı Sakazukinin
karnında. Ancak erimiş kayalar ile kapanıyordu.
“Bu işi böyle çözemeyeceğiz. Ben ve erzağım arasındasınız”
Bütün tayfayı kaplayan bir korku dalgası yayıldı. Sakazuki
erimiş kayalardan ördüğü kırmızı yumruğunu kendilerine doğrultuyordu
“Yoluma çıkıyorsunuz”
Ardından yumruğun önü bir tür tazı kafasına dönüşüp bütün
tayfayı avlamaya başladı. Eğer yeterince yetenekli olmasalardı Buggy ve
çekirdek üyelerinden Cabaji’de kurtulamayacaktı. Ancak bütün tayfanın eriyip
gitmelerine şahit olmuşlardı. Korku ile öfke arasında bir yerde kendilerini bir
şekilde binadan attılar. Buggy şeytan meyvesi sayesinde havada süzülme yeteneği
elde etmiş ve nispeten yumuşak bir iniş yapmıştı. Cabaji ise tek tekerli
bisikletteki mahareti sayesinde yaptığı iniş ile ayakta duruyordu.
Az önce üstünde parti yaptıkları binanın çatısı yavaş yavaş
erimeye başlamıştı. Kurtulan ise sadece ikisiydi. En son Richi ve sahibi
kırmızı köpeğin dişleri arasında hayatlarını kaybetmişti. Korkudan bakışlarının
feri gitmiş iki korsan birbirlerine bakarken karşılarında Zoro ve Sakazuki’yi
görmüşlerdi yeniden. Zoro zar zor ayakta duruyordu. Ancak yine de Cabajiyi
hedef almıştı kendine. Sakazuki ise bunda bir problem görmüyordu belli ki. Zira
kendisi de Buggy’i hedeflemişti.
Zoro ve Cabajinin dövüşü zorlu geçmişti. Yaralanmış olmasına
rağmen Zoro iyi bir performans çıkarmıştı. Cabajinin tek tekerli bisiklet
üstündeki kılıç gösterisi takdire şayandı. Kılıca karşı gelebilen Zoro dikkat
dağıtmak için gelen topaçlar arasında yarasına aldığı tekmeyle bir nebze kötüye
gitse de aynı yarasını kendi kılıcıyla kesip büyük bir göz dağı vermişti
rakibine. Az önce tayfasını gözlerinin önünde kaybetmenin verdiği psikolojiyle
birleşince cabaji neredeyse çökmüştü. Bunun üzerine tek hamlede Zoro kazanmıştı
bu dövüşü.
“Oni Giri!”
Bu dövüş sırasında Buggy ve Sakazuki ise konuşuyorlardı.
Buggy’nin ancak şimdi dikkatini çekmişti Sakazukinin başındaki hasır şapka.
Boyundan dolayı o kadar yukarısına bakmıyordu anlaşılan. Ancak şimdi görmüştü
ve kendisine hiç sevmediği birini anımsatmıştı. Bunu dile getirince Sakazuki de
bir an geçmişe dönmüştü. Bu yüzden Zoronun dövüşünü de kaçırmıştı ancak bunu
fark edemeyen Buggy nefretini ve hasır şapkadan çıkarmak için binbir türlü laf
ederken onu duymadığı için kendini şanslı sayabilirdi Sakazuki.
Geçmişten gelen anısı şimdi çok büyük bir korsan olan Shanks
ile ilgiliydi. Ayrıldıüğı kasabaya zaman zaman gelen Shanks kendisine çevredeki
suç oranını düşürdüğü için takılırdı. Zira Sakazuki bütün adada kendisine
sataşan hırsızları bıçaklayarak bir ün edinmişti acımasızlığı ile. Bir gün
Makino’nun barında karşılaşmışlardı yine. Sakazukinin üstü başı kendisine karşı
çıkacak kadar cesur birkaç suçlu tarafından kirlenmişti yine.
Shanks ise bir içki ısmarlamak için arkasını döndüğü sırada
kapağını açık bıraktığı küçük kutuda ki şeytan meyvesini unutmuştu bir an. Zira
çok dikkatli biri değildi. Daha çok aklı havada bir havası vardı. Ancak
Sakazuki bu meyvenin tadının çok kötü olduğundan dem vurunca şeytan meyvesinin
gittiğini anladı. Shanks artık çok geç olsa da Sakazuki’yi durdurmak için hamle
yapmıştı üstüne. Aralarında ufak tatlı atışmalar olsa da üstüne böyle gelmesine
alışık olmayan Sakazuki elinin tersiyle hamle yapmıştı bunun üstüne. Shanks ise
daha ne yetenek kazandırdığını bile bilmediği şeytan meyvesinin gücüne çok geç
şahit olmuştu maalesef.
Tek kolunu kaybeden Shanks ile gözgöze geldi. Etrafa yaydığı
erimiş kayalara ise tayfa üyeleri müdahale edince olabilecek bir yangın
önlenmiş oldu. Ancak herkes korkuyla karışık bir merakla bakıyordu Sakazukiye.
Sakazuki ise nasıl kontrol edeceğini henüz bilmediği bu yeteneğe baktı.
Ardından Shanks ile göz göze geldi tekrar. Shanks için kolunu kaybetmek büyük
bir olaymış gibi durmuyordu. Ancak yüzünde daha önce hiç görmediği bir ciddiyet
vardı. Dövüşecek gibi değilde daha çok olayın mahiyetini belirten bir
ciddiyetti bu.
“O bir şeytan meyvesidir”
Diyerek söze başladı bütün tayfası artık erimiş koluna
müdahale etmek isterken
“Onu yersen hayatın boyunca bir daha yüzemezsin, su da bir
çekiç gibi hareketsiz olursun ancak karşılığında şeytan meyvesinin güçlerine
sahip olursun. Sen artık magma adamsın.”
Suratına saplanan bıçaklarla mevcut zamana geri dönen
Sakazuki Buggy’e ne yaptığını sanıyormuş gibi bir bakış attı. Buggy ise hasır
şapkaya olan nefretini dile getiriyordu hala. Önceki sahibinin de böyle korkunç
bir güce sahip olduğunu belirtirken Sakazuki her zaman yaptığı gibi magmaya
dönüşmüş elini rakibinin böğrüne sokup kalbini hedef aldı.
Buggy hayata gözlerini yumarken hiçbir tayfa üyesi
görmemişti kendisini. Hepsi ölmüştü çünkü. Burasıyla işi biten Sakazuki ise
erzak toplamak için tekrar geri döndü. Zoro ise yaptığı dövüşte zorladığı
yarasından dolayı olduğu yerde yatıp uyumaya başlamıştı.
Sırtındaki hazineyle sokağa çıkan Nami korsanlara olan
nefretine rağmen mevcut katliamı görünce içi ürpermişti. Yine de yoluna devam
etmesi gerekiyordu. Zira bir hırsız olmasının nedeni de bir korsandı. Tam binanın önüne gelmişti
ki Sakazukinin bir torba erzak ve yeni uyanmış Zoro ile geri döndüğünü gördü.
Bütün bunları onların yaptığı belliydi. Kendisiyle de bir alıp veremedikleri
yoktu. Bütün bir tayfayı kendisi hazineleri toplayıp çıkana kadar
hallettiklerine göre güçlü olmalıydılar. Bir süre onlarla takılabileceğini
düşünerek peşlerine takılmaya karar verdi. Alvidanın gemisini bırakma zamanı
gelmişti. Buggy’nin artık kendisine lazım olmayacak gemisiyle açıldılar East
Blue* sularına. Artık yanlarında çok yetenekli bir rotacı da olduğu için
rahatça ilerliyorlardı.
Kıyıya vardıklarında arkalarından kasabanın geldiğini
duydular. Korsanlardan kurtulan kasaba köylerini yeniden yapmak üzere işe
girişmekten bahsediyorlardı.
*East Blue: doğu Mavi demek. Özel isim olduğu için aynen bıraktım
Bölüm 5
Herhangi bir ihtiyaç için değil de sırf sert zemini
hissetmek için bir başka adada mola veren büyük korsan adayları henüz yeni yeni
birbirlerine ısınıyorlardı. Ancak kaynaşmaları için daha pek çok badire
atlatmaları gerekiyordu. Bir korsan avcısı, bir hırsız ve bir şeytan meyvesi
kullanıcısı daha indiklerinde insana ürkütücü gelen bir adaya varmışlardı.
Kılını bile kıpırdatmadan içeri dalan Sakazukiyi umursamaz
tavrıyla Zoro izledi. Nami gibi kendi tabiriyle canavarımsı güçleri olmayan
birinin bu adaya girmesine imkan yoktu. Ancak onların yanında ormana dalmak
kıyıda yalnız kalmaktan daha az ürkütücüydü
“Hey beni bekleyin!”
Biraz ilerlediklerinde Naminin sırtında hissettiği ürpertici
izleniyor hissi artık çıplak gözle kızıl parlaklıklar şeklinde çalıların arasından
yansıyordu. Sakazukinin dibinden her an eline yapışacak küçük bir çocuk gibi
ilerlerken birden iliklerine kadar hissettiği bir tür kükreme sesiyle arkasına
döndü bütün bedeni diken oluncaya kadar ürperirken. Ancak bu sadece esneyen
Zoroydu
“Ben uyuyacağım”
“Beni korkutma lanet olası!!”
Nami ormanın yeterince ürpertici olduğundan dem vururken
Zoro bir kenara uzanıp ellerini başının arkasına attığı anda uykuya dalmıştı
“Böyle ürpertici bir yerde nasıl bu kadar rahat olabiliyor?”
Yeşil saçlı kılıç ustasının burnundan ne kadar derin bir
uykuda olduğunu gösteren bir baloncuk şişip küçülürken bir ses yükseldi
ormandan. Sakazuki durmuştu. Gözleri hasır şapkasıyla gölgeleninceye kadar
kafasını eğmişti. Daha iyi dinlemeye çalışıyor gibiydi.
Aynı anda her yerden geldiğine ikna edecek kadar gür ve
derin olan ses niyetini son derece belli eden kelimelerle yabancılara
sesleniyordu
“Ben bu adanın Tanrısıyım. Korsanları sevmem. Gidin hemen
buradan. Yoksa ruhlarınınzı bedeninizden söküp kendime ziyafet çekerim”
Gargara gibi bir ses takip etti az önceki yankıyı. Nami
korkusundan sinir olduğu Zoroyu kendi haline bırakıp adanın Tanrısı olduğunu
iddia eden sese karşı ellerini dua eder gibi birleştirmiş canı için yalvarırken
Sakazukiden turuncu saçlı hırsızı gözyaşlarına boğacak cümle yükselmişti
“Kim olduğun umurumda değil. Yoluma çıkma!”
Nami korkudan neredeyse kekeler halde Sakazukiye yaptığının
ne kadar yanlış olduğunu belirtirken her yanlarını saran ses cevap verdi
“Öyle olsun. Öyleyse bedenlerinize elveda deyin sefil
ölümlüler”
Ormandan çıkan envai çeşit malzeme birden üstlerine gelmeye
başladı. Nami korkudan tiz bir çığlık atıp birbirine kenetlediği elleriyle
başını tutarak cenin pozisyonu alırken Sakazuki kılını bile kımıldatmamıştı. Bu
sayede Nami’ye isabet etme olasılığı en yüksek silahlarda kendisine isabet
etmişti aslında. Bunu ne kadar isteyerek yaptığı ise ayrı bir tartışma
konusuydu. Zoro ise sahip olduğu tuhaf bir şanstan ötürü olsa gerek uykusu bile
bölünmeden etrafına mızrak ve kılıç saplanmış ama hiçbiri bedenine isabet
etmemişti.
Kendisine kalkan olmuş bedenin yanında hayatını
kaybetmemekten kaynaklanan bir rahatlamayla etrafına bakınca tuhaf bir detay
fark etmişti. Mızrak? Kılıç? Satır? Hatta çatal bıçak? Bunlar bir Tanrının
kullanacağı silahlara benzemiyordu pek. Ormanın kendisi konuşurcasına gelen ses
tekrar yükseldi ama bir tuhaflık vardı
“N-ne? Olamaz sen bir şeytan meyvesi kullanıcısının!”
Sakazuki bedenine saplanmasına rağmen eriyip giden
silahlardan çok ormanın içinde olan bitenle ilgileniyordu. Keskin kulakları
sesin kaynağını bir nebze saptayabilmişti. Ormandaki ses ise bir öksürük sesi
çıkartıp tekrar konuşmaya başladı. Ancak az önceki ihtişamını kaybetmiş
gibiydi.
“S-sakın ormana girmeyin. Eğer bir adım daha atarsanız sizi,
eh, sizi lanetlerim. EVET LANETLERİM, GELMEYİN!”
“Bu tarafta”
“Ne? Nasıl yani?”
Nami ne olup bittiğini kavramaya çalışıyordu.
Az önce korkuyla kısıtlanmış duyuları normal şekilde çalışmaya başlayınca
yüksek IQ’su durumu kavramasına hemen yardımcı olmuştu. Nitekim Sakazuki ile
birlikte ormanın derinliklerine ilerleyip bir tür boruyla karşılaşınca az önce
olan biteni bir sonuca ulaştırmak zor olmamıştı.
“Yani biri bu borudan mı konuşuyordu?”
Etrafına bakınca az önce üstlerine uçan envai çeşit silahı
fırlatan mancınık mekanizmalarına şahit oldu. Çevrelerinden geçen borular bağlı
olduğu önündeki boşluktan çevreye dağılıyor az önce bulundukları yolu
sarıyordu.
“İmdat!”
Duyularına değilde gerçeğe odaklanmakla kandırıldığını
anlayan Nami sesin geldiği yöne doğru kısa ama hızlı bir koşu yapınca
Sakazukinin öldürücü bakışlarına maruz kalan bir kafa gördü. Bir insan demek
ilk bakışta zordu çünkü. Bir sandıktan çıkan kafa ve altında ayakları olan
tuhaf bir şeydi. Bu tuhaf kafayı korumak için önüne hayvanlar toplaşıyordu.
Artık duyularıyla değil beynindeki gri hücrelerle olaya bakan Nami bu sevimli
hayvanların gözlerinin az önce gördüğü kırmızı parlaklılarla eşleştiğini fark
etti. Ancak Sakazukiye durmasını söylemesi sadece hayvanları katledilmekten
kurtarmak değil aynı zamanda sandıktaki kafadan çıkan bir kelimeydi.
“Hazinem!”
Gözleri Belly*ye dönüşen Nami ise neredeyse ağzının suyu
akarak yanına yaklaştı sandıktaki kafanın. Sakazuki ise etrafa yaydığı ısıyla
kafasını Namiye çevirdi.
“Yoluma çıkıyor”
“Evet koca adam ama önce nedenini dinleyelim”
“Ah lütfen daha ben bile dokunamadım en azından görmeme izin
verin”
Sandıktan çıkan kafa hayatı ve hazinesi hakkında yalvarırken
Sakazuki ise ilk defa yoluna çıkan birini öldürmemişti. Kendisini durduran şey
ne aldığı emirdi ne de acıma duygusu. Sadece denizciler dışındaki her şeye
karşı mutlak bir yıkım sergilemezdi o kadar. Aklı, zaman zaman ayrıldığı köye
gele Shanks ve tayfasına kaydı. Benzer durumları onlarla da yaşardı. Kaba bir
müşteri sarhoş olup kendisine sataşınca Yasopp isimli bir Kızıl Saç tayfa üyesi
önüne geçer oğlundan bahsederdi mesela. Ardından bir başkası nazikçe sarhoşu
yaralanmaktan kurtarırdı. Belki de daha kötüsünden.
“Hazineni bize verirsen belki seni bırakmayı düşünebiliriz”
Naminin konuşmasıyla mevcut duruma geri dönmüştü aklı.
“Ah evet. Hazinem. Aslında var mı onu bile bilmiyorum”
“Neden bahsediyorsun?”
“Şöyle ki…”
Sakazukinin de eriyen kayalarla kızıla dönmüş kolunun
normale dönmesiyle hikayesini anlatmaya başladı sandıktan taşan kafa. Aslında
bir insan hatta korsan olduğunu ve arkasındaki yüksek kayalıktaki hazineyi
gösteren hazine haritasıyla buralara geldiğini söyledi. Ancak kaya o kadar
yüksekti ki hiç biri çıkamadığı için vazgeçmişlerdi hazineden. Usta bir
dağcının bile zorlanacağı kadar düz ve yüksek bir kayaydı bu. Kendisi geride
kalıp son bir kez daha bu kayaya tırmanmaya karar vermiş ancak kayıp düşünce altında
bulunan bir sandığa girmişti. Nasıl olduysa vücudu da tam olarak sandığa
oturmuştu ve o zamandan beri hazineye ulaşmak için bir yol ararken gelenleri de
korkutup kaçırmaya çalışıyordu.
Tam 20 yıldır bunu başaramadığını ve kaçırdığı kimselerin
ardında bıraktıkları ve arkadaş olduğu ada hayvanlarıyla birlik olup kendini
savunduğunu anlatıyordu Sakazuki kayaya doğru yürümeye başladı.
“Hey ne yapıyorsun?”
Kayaya temas ettiği anda insan şeklinde bir tünel açmaya
başlamıştı şaşkın bakışlar altında. Açtığı tünel ile sarmal bir şekilde kayanın
tepesine varınca yere sandıklar düşmeye başladı. Ancak Nami ve 20 yıllık
hasretine kavuşmanın verdiği duygu kabarmasıyla sandıklara koşan sandık adam
büyük hayal kırıklığı yaşamıştı. Sandıklar boştu. Nami hayal kırıklığının
arasında bu adam için bir an empati kurup sandıktan fırlamış kafaya döndü. Kim
bilir 20 sene sonra böyle bir hüsranla karşılaşmak onun için ne kadar büyük bir
hezeyandı. Ancak beklemediği bir tepki almıştı
“Özgürüm”
“Ne?”
“Meğer sandıklar boşmuş. Artık onları beklemek zorunda
değilim. Duydunuz mu çocuklar!”
Sandıklar dolu olsa
bu kadar sevinmeyecekti belki bu tuhaf adam. Ancak Nami hırsızlık dürtülerinin
altında kalmış insanlığıyla ona bakıp kendisi için mutlu olduğunu fark etti.
Böyle bir şeyi hissedeli çok uzun zaman olmuştu.
Sakazuki tekrar aşağıya indiğinde artık yola çıkma
zamanıydı. Mevcut durum çözülünce artık birbirlerinin önünde engel değillerdi.
Bu yüzden Sakazuki ilk defa yolundaki engeli katletmemişti. Bu kendisi için
neredeyse yabancıydı ve bunu bir sonraki istikametlerine giderken tartmaya
karar verdi.
*Belly: one piece para birimi
Bölüm 6
Bu sefer vardıkları
adaya yol üzerindeki maceraları neden olmuştu. Gemide meyve gücü yeteneğini
kullanan Sakazuki sayesinde yeni bir gemiye ihtiyaçları vardı artık. Ancak daha
karaya ayak basar basmaz bir savunma hareketı karşılamıştı kendilerini
“Ben ve 8000 adamım tarafından saldırıya uğramak
istemiyorsanız hemen geri dönün!”
Sakazuki tam saldıracakken Naminin zekasını gözler önüne
serip sadece 4 kişi olduklarını söylemesiyle gerçek ortaya çıkmıştı. Zaten
sadece çalıların arkasından sallanan bayraklarında pek korkutucu olmadığını
itiraf etmek gerekirdi. Sonuçta ortaya çıkan Usopp’u görüp ismini duyan
Sakazuki karşısındaki uzun burunlu kişiyi tanıması için anılarına bakması yeterliydi.
Kızıl saç korsanlarından Yasopp isimli keskin nişancı bir sineği yüz metreden, kanatlarından vurabilecek kabiliyette olmasıyla övünürdü. Oğlu Usopp'tan bahsetmeyi de severdi. Sakazuki bir gün yara bere içinde bara girip zar zor hareket edebilmesinden ötürü pek çok şakaya maruz kaldığı bir gün Yasopp'un karısını ve hatırladığı kadarıyla oğlundan ayrıntılı bir şekilde bahsetmişti. Hareket kabiliyetini kazanana kadar onu dinlemek zorunda kalmıştı zira.
Sonunda korkudan titreyen Usopp'un yanına gelerek kendisiyle bir işi olmadığını belirtip ilerlemeye devam etti. Usopp ise arkasından gelen Zorodan biraz korksa da Nami sayesinde içi rahatlayarak Kaya'nın evinin yolunu tuttu.
Kaya isimli hasta kızın yanında geçirdiği vakit sonrası evin uşağı ile biraz takışsa da akşam babasını tanıyan korsanların yanına gitmişti. Takışmaktan kastın suratına bir yumruk geçirmek olmasının yanı sıra evin uşağı yuvarlak gözlüklerini avuç içiyle düzeltip evin efendisi Kaya'ya Usopp'un nasıl bir serseri olduğundan bahsetmekten geri kalmamıştı.
Ancak akşam gün içindeki olayı kafasından atmak için bir yamaçta oturup Sakazuki ve diğerlerini beklerken, evin uşağı hakkında çok önemli bir şey öğrenmişti Usopp.
Asıl sorun ise kendi canının derdine düştüğü için çevresindeki sıcaklıktan eriyen kılıçlarını unutmasıydı. Bu yüzden dikkati dağılmıştı. Sadece bir an için dağılan dikkatiyle bütün lav duvarları üstüne çökmeye başladı. Kaçabileceği bir yer yoktu artık. Planının bozulmasına olan nefretiyle bağırırken can verdi eski korsan Kuro.
Tehlike geçtikten sonra anlaşma gereği Usopp'a gelen Kayayı şimdi görmüştü. Kaya köylülerin katledilmesindense bütün malını mülkünü Kuro'ya teslim etmek üzere gelmişti aslında. Ancak sorunun biraz vahşice de olsa çözüldüğünü görünce Usopp'un kendisini teselli etmesine izin vermişti.
Bunun üzerine katledilen ev hizmetçisinin bizzat yaptığı gemiyi verdiler Sakazukiye. Usopp'ta gelmek istemişti. Bütün evini bir bavula sığdıran Usopp caravel tipi bu küçük gemiye varınca artık bir korsan tayfasına daha çok benziyorlardı
Bölüm 7
"Baratie'yi bileniniz var mı?"
İçeri girdiklerinde bir haftadır yolda oldukları için Sakazuki biraz rahatsız olmuştu aslında. Kendisini etkilemiyordu bu ancak sert zemini tercih ederdi. En azından en ufak bir güç gösterisinde ortalığın çıra gibi yanıp kül olmayacağı bir yer.
İki günlük açlığın arasında sonunda bir restoranta gelmiş olmaları iyiye işaretti. İçeri girdiklerinde tek gözünü kapatan sarı saçlarının altında ki kıvırcık saçı sinirden titreyen birini gördüler.
"Sana güverteyi yalatacağım, pislik herif!"
Ortalığı yatıştırmak için gelen Patty ve Carne olaya karışınca mutfaktan yükselen sesler bunun iyiye işaret olmadığını gösteriyordu
"Lanet olsun Sanji müşterilere böyle davranamazsın"
Adamı Sanjinin elinden alırken müşterinin kolu çıkıyordu neredeyse.
"Kes sesini de git yemeklerle ilgilen"
Sanji Patty'e hamle yapmaya kalkınca araya Carne girmiş müşteriyi çekiştirmeye katılmıştı.
"Hey adamı rahat bırakın aranızda kaldı"
"Sen bu işe karışma"
"Ne dedin sen!?"
"Şimdi işinizi bitireceğim!"
Ortamdaki gerginlik müşteriye acıyan diğer müşterilerin şaşkın bakışları altında yumuşuyordu. Mutfaktan bu durumu öngören asşçıların kahkaha sesleri ise yardımcı olmayınca Zeff bizzat olaya dahil olmuştu.
Örgülü bıyıklarının altından bağıran baş aşçı bir bacağındaki tahta sopanın üstünde dururken sorun yaşıyormuş gibi görünmüyordu kesinlikle.
Sonunda müşteriyi bayılacak kadar hırpalanmış bir şekilde giderken isminin Fullbody olmasına ve bir denizci olduğunu mırıldanarak intikam yeminleriyle uzaklaşırken kimse kendisine dikkat etmemişti. Sakazuki hariç. Fullbody'nin üstüne yürürken etrafa yaydığı sıcaklık içerisi saunaya çevirmişti bile.
"Bu da ne?"
"Denizcilerden nefret ederim"
Kavurucu lavlar perişan olmasa bile karşılık verecek güçte olmayan Fullbody'e saldırırken etrafına verdiği zarar müşterileri kaçırmaya başlamıştı bile.
Kızgın kayaların erittiği denizcinin çevresinde başlayan yangın çabuk müdahale ile söndürülünce Sakazuki paylanmaya başlamıştı. Özellikle Sanji denen delikanlı neredeyse yangını söndürmek için bedenini kullanmaya kalkışmıştı.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun!?"
Araya Zeff'in girmesi ve Sakazukiye restorantına verdiği zararı karşılaması gerektiğini söyleyince Sakazuki bir an öylece durmuştu. Denizcilere acıması yoktu ancak yoluna çıkan kimseyi de sağlam bırakmamıştı. Yeteneğinin sıcaklığına zıt gözlerinde düşünceler oynaşıyordu. Sonunda zararı ödemek için garsonluk teklifini kabul etmişti yeni kararına bağlı olarak.
"Onlar denizci değil. Aceleci olma."
Ancak Gin sanki üstü başı ben korsanım diye yeterince bağırmıyormuş gibi silah çekmişti bütün nezaketiyle parası olup olmadığını soran Patty'e
"Bana yemek getir! Ne olursa!"
Uzun zaman aç olmasına rağmen gücü zayıflamıştı belki. Ancak yine de burnunun ucunda dolaşan silahtan çekinmezdi Patty. Kendisi gibi bir eski suçlu kollarından daha büyük bileklerinin gücüyle bir tokmak gibi indirmişti ellerini Gin'nin kafasına
"Paran yoksa servisimiz yok defol"
Korsanın bunu beklemediği belli oluyordu. Ancak şaşkınlığının yerini açlığı alınca kendisni dışarı atılırken buldu.
Sakazuki ilk iş gününde çöpleri boşaltmaya çıkarılıyordu. Pek şikayetçi görünmüyordu yaptığı işe rağmen. Tayfasının da bununla bir sorunu yoktu zira. Aksine hepsi olayları akışına bırakmıştı.
Çöpleri atarken Sanjinin Gin'e yemek verdiğine şahit oldu. Gelip silah çekerek yemek isteyen birine hiçbir karşılık beklemeden verilen yemek dikkatini çekmişti. Korsanın iştahla yediği pilav ve su ardından neredeyse gözyaşlarına boğulması ise düşüncelerini pekiştiren bir başka etken olarak kaldı aklında.
Eğer kendi suratına bir silah doğrultulmuş olsaydı hiçbir tereddüt olmadan onu öldürürdü. Bu şekilde düşünmüştü. Ancak şimdi o kadar emin değildi. Göz yaşları yumuşatamazdı Sakazukiyi. Ancak yeni edindiği bir erdemi hissetti içinde. Henüz küçük bir kıvılcım olarak duruyordu. Ancak yavaş yavaş yükselen bir alev dayanıklı kalırdı.
Gin başının bu yüzden derde gireceğini ve bunu istemediğini belirtirken Zeff'in bakışlarını yakaladılar. Kendisi üst kattan sessizce izliyordu. Suratında her zamanki sert ifadesi Sakazuki ile yarışacak derecedeydi. Uzun örgülü bıyıkları bile kıpırdamıyordu.
Sanji ağzından hiç düşürmediği sigarasından bir nefes verirken silip süpürülmüş tabak, kaşık ve bardağı aldı ve okyanusa bıraktı yüzen restoranttan. Hiçbir şey olmamış gibi Gin'e dönerek sordu ardından
"Sana verdiğim yemek yüzünden başım derde mi girecek? Hangi yemek? Ben buraya seni kovmaya geldim. Şimdi git."
Gin boğazının, karnını doyuran yemekten dolayı akıttığı gözyaşlarından mı yoksa Sanjinin gamsızlığından mı düğümlenmiş olduğu kestiremiyordu.Tek yapabildiği mırıltı şeklinde çıkan bir teşekkür ile oradan ayrılmak oldu.
Aradan geçen bir haftada hiçbir ekstrem olay yaşanmamıştı. Sadece zaman zaman Naminin yüzünde bir hüzün ve Sakazukinin düşünceli bir şekilde dalıp gittiği görülüyordu. Zoro bunu pek fark etmiş gibi değildi. Ancak Usopp yeni katıldığı bu tayfanın olayını garip bulmuştu. Eğer buraya kadar geçirdikleri yolculuk olmasa aldığı bu karara şüpheyle yaklaşabilirdi bile.
Gin gittikten sonraki yedinci günde bir gemi çıkageldi. Yüzen restorant boştu. Bu yüzden dev gemi öründüğünde herkesin haberi olmuştu anında. Pek çok hasar almış gemiden yaralı bir adam indi. Aranma posterinden dolayı hemen tanıdılar ineni.
"Bu Don Krieg! East Blue'nun en büyük filosuna sahip kişi!"
Kendisine yaslanmasından dolayı cüssenin altında kayboluyordu en iyi iki adamından biri olan Gin. Kendisi ve tayfası için yüz kişilik yemek rica ederken aşçılar çoktan itiraz etmeye başlamıştı.
"Don Krieg hiç bir zaman sözünü tutmaz! Onun başka gemilere beyaz bayrak açıp teslim olmuş süs ile yanaşıp herkesi katlettiğini duydum! Kazanmak için her tür numarayı yapmaya hazırdır!"
Ancak bitkin sesinin altına koyulan tabakla iyice çileden çıkmışlardı. Sanji bir tabak yemek koymuştu East Blue'nun en güçlü adamlarından birine.
"Bizler aşçıyız. İşimiz insanları beslemek. Kim olursa olsun."
Ancak itirazların haklılığını göstermek istercesine bir darbe yedi kafasına. Yemeği henüz bitirmiş Krieg ayağğı kalkarken zırhla kaplı kolunun bütün cüssesiyle belli ki bu saldırıyı beklemeyen Sanjiye arkadan saldırmıştı.
Aşçıların yapılan eylem yüzünden değilde içlerinden birine gelen darbeyle açılan gözleri şaşkın doluydu. Sadece Gin konuşmaya başlamıştı.
"Kaptan Krieg! Onlara zarar vermeyeceğini söylemiştin! Sadece yemek istemeye gelmiştik!"
Dedikoduların doğruluğunu ispatlayan korsan Gin'nin bir kolunu tutup dal parçası gibi havaya kaldırdı adamını. Kendi adamına bile yalan söylemekten çekinmeyen kendi çapında meşhur sayılabilecek korsan konuşmaya başladı.
"Bir düşünsenize. Bir yüzen restorant! Bununla kimse anlamadan her yere girebiliriz!"
Krieg tam restoranta el koyduğunu ilan etmişti ki Zeff gelip bir torba koydu Krieg'in önüne.
"İşte yüz kişilik yemek"
Krieg emirlerini dinlediği için teslim olduğunu düşünüyordu Zeff'in. Ancak Sakazuki'nin Zeffte gördüğü şey teslimiyetten çok uzaktı. Eşit şartlarda dövüşmek isteyen bir savaşçı gibi bakıyordu. Hatta çok daha derin çok daha öte bir mana vardı o gözlerde. Neredeyse acır gibi bakıyordu karşısındaki adama. Hayır kesinlikle acıyordu ona. Kendi adamını dahi kandırıp buraya gelen ve yalancılığı ve üçkağıtçılığıyla ün yapmış East Blue'nun en güçlü filosuna sahip bu korsana acıyordu. Ancak karnını doyurduğunu görünce değişmişti bir milim bile kımıldamayan simasındaki bakışları. Artık acımıyordu. Bundan sonra da acıma duygusu göstereceği şüpheliydi.
Adamlarına yemek götürmüş ve eşyalarını toplayıp gitmeleri için geri dönene kadar vakit vermişti restoranttakilere. Bunun tartışması kısa olmuştu. Zira önce şaşkınlıklarını atmaları gerekmişti. Ancak sonuç belliydi.
"Aç oldukları sürece müşteriydiler. Ancak artık korsan parçalarından başka bir şey değiller. Tekmeyi basabiliriz."
Krieg'in 50 gemiden kalan tek gemisindeki yüz kişilik tayfası verilen yemkeleri bayılmak üzere oldukları açlıktan kurtulmak ister gibi yerken uzaklarda bir tür tekne yanaşıyordu yavaş yavaş. İçindeki adam büyük bir şapka ve boyu kadar bir kılıç taşıyordu arkasında. Şapkasını ahfifçe kaldırınca en tecrübeli askerlerin bile bakmaya çekindiği gözleri ortaya çıktı, şahin gözler.
Bölüm 8
Kreig'in tayfası yemeklerini yemiş hazır ve nazır bir şekilde savaş naraları atarken aşçılarda kızgın ve endişeli gözlerle ellerine ne geçerse almış üstlerine gelecek taaruzu bekliyorlardı. Hiçbiri ev olarak gördükleri bu restorantı terk etmek istemiyordu belli ki.
Zeff'in sert siması ve davranışlarının altındaki babacan yüreği birbirlerine kenetlemişti bu restorant çalışanlarını. Çoğu suçlulardan oluşan bu adamlar değil iş yatacak yer bulamazken onlara istedikleri her şeyi bağışlayan bu adama, bu yüzen restoranta karşı minnet duyuyorlardı.
Korsan taaruzu başladığı anda bir dalga geçti dev geminin ortasından. Sesin inceliği bir kesiğin geçtiği belirtiyordu. Kağıt kesen makas gibi ancak daha ince, daha estetik bir sesti. Sadece bir saniye sonra çatlama sesi dahi çıkmadan Krieg'in yüz kişilik filosunu taşıyan gemi temiz bir kesikle ortadan ikiye ayrılmıştı.
Geminin ortada ne fol ne yumurta olmadan bir anda ikiye bölünmesine dahi şaşıramadan kendi canlarının telaşesine düşmüştü Krieg korsanları. Buldukları bir parçaya tutunmaya çalışanından tut kılıcını zemine saplayana kadar çeşit çeşit tepkiler gezerken hepsini, üstünde durdukları hasarlı gemi de kendi ağırlığı altında çökmeye başlamıştı destekleyen noktasından kesildiği için.
Sonunda geminin çökmesi bittiğinde dahi ancak görünen bir mesafeden yeşil mumları ile bir tabutu andıran teknenin içinde bu kesiği sorumlusu göründü.
"Bu..."
"Olamaz!"
"Şahin göz Mihawk!"
"Neden buraya kadar geldi! Bizi öldürmek için neden bu kadar ileri gidiyor!"
"Belki de uykusunu bölmüşsünüzdür"
Korsanların hep bir ağızdan yaptıkları çığırtıyı sakin bir ses tonuyla değerlendiren Zeff'in sesi zayıf olmasına rağmen o kadar saçma geliyordu ki korsanların ölüm korkusuyla keskinleşmiş duyuları tarafından anında algılanmıştı
"Dalga geçme moruk!!"
Mihawk durgun suda süzülen bir yaprak hafifliğinde ilerleyen tabutuyla yanaştı gemi enkazına. Bir korsanın Dünyanın en iyi kılıç ustasına karşı yaptığı isyana karşı cevabı Zeff kadar saçmaydı tecrübesiz beyinler için
"Vakit öldürmek için"
"Bi-Bizimle dalga geçme!"
Korsan, iki eline aldığı tabancaları ile bir Shicibukai yani 7 savaş lordundan birine ateş ettiğinin bile farkında değildi muhtemelen. Aradaki fark öylesine büyüktü ki bunu algılayamıyordu bile. Benzer seviyede güce tanıklık etmiş Zeff dışında olayları algılayabilen kimse yoktu aslında. Sakazuki bile tecrübesiyle değil savaş gücüyle ortamı okuyabiliyordu ancak.
Korsanın tabancasından çıkan mermilerin dev kara kılıç tarafından havada ki sinekleri kovacak kadar bile efor sarfetmeden yolundan sapptırıldığını görünce Zoro'nun iyiden iyiye kanı kaynmaya başlamış ve buna bir yorum getirme ihtiyacı hissetmişti.
"Hiç bu kadar zarif bir kılıç hareketi görmemiştim"
"Estetik olmadan kılıç sadece bir demir parçasıdır"
3 kılıç tekniklerini kullanan Zoro kendi gözleriyle görmese bile aldığı cevapla hedefinin tam karşısında olduğunu anlayabilecek seviyedeydi. Yeşil saçlı kılıç ustası düello teklif ettiğinde çevrede ki herkes için bu Korsan Avcısı Zoro ile Dünyanın en iyi kılıç ustası arasındaki bir düelloydu. Ancak bir elin parmaklarından bile az kişi biliyordu ki bu bir düello olmaktan çok uzaktı.
Nitekim bilinçli ve ya değil Mihawkın amacı bunu göstermekti boynundaki küçük bıçağı çıkarttığında. Hayatı boyunca eline kılıç almamış biri bile Mhawkın Zoroyla dalga geçtiğini söyleyebilirdi bu hareketle. Ancak Mihawkın sözleri bunda şüphe dahi bırakmıyordu.
"Maalesef üstümde bundan daha küçük bir şey taşımıyorum"
Zoro iki eline ve hiçte güvenli olmayacak şekilde ağzında tuttuğu kılıçla nasıl konuştuğu hep bir gizem örtüsü altında kalacak şekilde bağırmıştı
"Benimle dalga geçme!"
"Gerçek Dünyayı ancak tecrübe eden birinden başka bir şey değilsin"
Laflarının altını doldurmak istercesine, rakibinin kimsenin kaçamadığı temel saldırılarından birini durdurmuştu o küçük bıçakla.
Zoro sadece bununla bile öylesine bir şok geçirmişti ki kendisi için sonsuzluk gelen bir süre boyunca öylece kalmıştı küçük bıçağa kılıçlarıyla yaslanıp. Ardından bir savaş narasıyla dengesini bulup tekrar saldırıya geçmişti. 3 kılıcı rahatlıkla karşılayan Mihawkı izleyen herkes efsane bir dövüş izleyeceklerini düşünürken şimdi hayatları için daha endişeliydiler.
Gitmek istedikleri yer, Grand Line işte böyle bir gücü barındırıyordu. Oraya korsan mezarlığı yakıştırmasının yapılması hiçte abartı değildi artık. Krieg'in bahsettiği bilgiye sahip olsalar bile böyle bir güce karşı ne yapabilirlerdi ki? Tuzak mı? Silah mı? Süpriz saldırı mı? Kendilerini dahi avlayabileceğine ikna olmuş korsan avcısını bile böylesine küçük düşüren birine sayı üstünlüğü ve ya herhangi bir silahla karşı koyabilirler miydi gerçekten?
Bazıları ancak fark ediyordu. Büyük bir şans ve ya kader sayesinde kaçabilmişlerdi. Orası cehennemdi ve ilerledikçe cennet gibi kaldığını dahi bilmiyorlardı. Böylesine bir zorluğu sadece saf güç ve ya zekayla aşmak dahi mümkün değildi. İlahi bir şansta gerekiyordu. Kendilerinin buna sahip olup olmadığını öğrenmeye çalışırken dahi ölebilirlerdi.
Kafalardan geçen binlerce düşünce arasında Mihawk bir saldırıdan sıyrılıp Zoronun ense köküne sertçe vurmuştu. Öylesine küçük bir hareket yapmıştı ki bunu karşılayamayacağı için değil sıkıldığı için yaptığını düşünebilirdi insan. Krieg bile ortamın rehavetine kapılmıştı. Önlerinde gelişen olay öylesine bir seviyedeydi ki kimsenin aklından bunu izlemek dışında bir şey gelmiyordu.
Sonunda Zoro kendini kaybetmiş bir şekilde bir başka özel teknik kullanmaya karar vermişti. Ancak bu da ilki gibi karşılanmış ve hatta o küçük bıçak kalbinin üstüne saplanmıştı. Ancak Mihawk kılıç ustalığında ki hünerlerini sözleriyle belirten bir şekilde karşılık vermişti
"Bu bıçağın kalbini delip geçmesini mi istiyorsun? Neden geri çekilmiyorsun?"
Belli ki rakibini test ediyordu sadece. Öğrenmek istiyordu ne kadar büyük bir ruha sahip olduğunu.
Zoro bunun üzerine bir dizi konuşma yapmıştı. Eğer geri çekilirse şimdiye kadar yaptığı her şeyin nasıl boşa gideceğine dair dem vurmuştu ancak neden geri çekilmediğine dair net bir cevabı yoktu kendisinin bile. Ancak Mihawk anlamıştı. Bu adamın ne kadar büyük bir potansiyel içerdiğine ilk elden şahit olmuştu. Bunun üzerine geri çekildi bıçağını saplandığı yerden çıkartıp. Etin çeliğe sürtünme sesinin dahi iç gıcıklattığı süre sırasında adını sormuştu bu potansiyelin
"Roronoa Zoro!"
Mihawk rakibini öldürmek için değilde saygısını belirtmek amaçlı kara kılıcını çekmişti. Kılıcın kınından çıkışı bile korsanlara korku salıyordu. Özellikle neler yapabileceğine şahit oldukları için elbette.
Zoro en güçlü tekniklerinden birini uygulamak üzere hazırlanırken Mihawk saldıran taraftı ilk defa. Ardından tek bir saldırı yapmıştı ikisi de. Şahin gözler karşısındaki potansiyelden taşan tehlikeyi algılamıştı bir an için. Ancak bu bile kara kılıcı hedefinden saptıramamıştı.
Zoronun elindeki kılıçlar bir kaç parçaya bölünürken kırılmış izlenimi uyandırıyordu. Yenilgisini kabullenen Zoro tek sağlam kalan ağzındaki beyaz kınlı kılıcı yerine koydu huşu içerisinde. Ardından Mihawka döndü. Dünyanın en iyi kılıç ustasına karşı arkadan alınan bir kılıç yarasının utanç kaynağı olduğunu belirtti. İlk defa durumdan memnuniyetini belirten bir gülümseme ile Mihawk tekrar savurdu dev kılıcını.
Zoroyu sudan çıkartan Usopp olmuştu. Bir başka evrende muhtemelen başka yancıları vardı. Ancak şu durumda bu görevi Usopp üstlenecekti. Suya atlayıp Zoroyu çıkartırken ortamın rehavetine kapılıp göremediği bir şeyi fark edecekti. Biri gemilerini götürüyordu.
Sakazuki olayları çelik gibi bir iradeyle izlemiş ve Mihawkla gözgöze gelmişti. Mihawkın Zoroyu öldürmediği fark ettiği için bir şey yapmamıştı ancak aynı takımda oldukları hissi Mihawka ulaşmıştı. Zoroya kendisini geçmesi için övgüleri sunduktan sonra buna getirdiği yorum basitti ve sonrasında yeterince eğlendiğini belirtip normal bir şeymiş gibi uzaklaşacaktı oradan.
"Bu işin nasıl süreceğini merak ediyorum."
Yüksek seviyelerden bir takipçi kazanmış Sakazuki Usopp'un çığırmasıyla gemilerinin gittiği yöne doğru baktı.
"Öyleyse bu işi bitiriyorum"
Pek beklendik bir şey değildi bu yaptığı aslında. Ancak son olaylardan sonra eskisi kadar acele etmemeye karar vermişti. Geminin peşinden gitmek yerine önce restoranta olan borcunu ödemeye karar verdi bu doğrultuda. Bu yüzden Dünyanın en iyi kılıç ustasının yarım bıraktığı işi tamamlamak üzere Kreig'e döndü. Krieg ise Mihawka ateş etmekle meşguldü. Ancak üzerinde ki bakışları hissedip kendisine yönelen öldürme isteğine dönmek zorunda kaldı.
Kalkanından çıkardığı mermileri Sakazukiye doğrulttu ve bütün şarjörünü boşaltmak ister gibi tetiğe asıldı. Ancak ufak birer mızrak niteliğindeki mermiler neredeyse hedefine varmadan kül oluyordu. Sakazuki hareketlenmeye başladı. Temkinli ilerliyordu zira zemin su idi. Şeytan meyvesi kullanıcılarının bir zayıflığıydı bu. Suda çekiç gibi hareketsiz oluyor ve bir insan olmalarına rağmen suyun üstünde kalmak yerine batıyorlardı.
Mermilerin işe yaramayacağını çabucak çözen Kreig bir başka silahını devreye soktu. Bir zehir dumanı yayan bomba fırlatmıştı. Soluyarak öldüren bir silah olduğu korsan tayfasının taktığı maskelerden anlaşılıyordu. Sakazuki ise buna bir lav yumruğuyla karşılık verdi. Yumruğunun içinde patlayan bomba geniş bir alana yayılmasını engellemişti zehrin.
Bunun üzerine hızlanmaya başladı düşmüş direğin üzerinden. Etrafa fazla zarar vermek istemiyordu çünkü tahta çabuk alev alan bir şeydi. Bindiği dalı kesmek istemiyordu Sakazuki. Ancak yine de zehir bombasını tutmak isterken etrafta küçük çaplı bir alev baş göstermişti bile.
Bunun üzerine yeni bir karakter çıktı ortaya. Direk olarak aşçılara yönelen garip bir zırh içindeki adam alevler yüzünden deliye dönmüştü nereden geldiği belli olmadan.
"Pearl dur!"
Kreig her ne kadar bağırsa da tayfasında ki bu adam sözünü dinlemiyordu. Alevlerden kendini kaybetmişti bu yüzden mevcut rakibine odaklanmayı uygun buldu. Suya attığı küçük bombalarla üstünde durduğu direğin dengesini bozmayı denedi.. Ancakdirek yan düşse de Sakazuki bir an üstüne gelmek için bir kaya kütlesi oluşturmuştu bile suyun üstünde. Elbette bu anlık bir meseleydi bu yüzden Kreig geri çekilmek zorunda kalmıştı.
Kreig gemisine yetişmek için işin uzamasını istemeyen Sakazuki ile uğraşırken Sanjide Pearl isimli korsandan birkaç ciddi darbe daha almıştı. Ancak duruma müdahilolan Gin sayesinde kurtulmuştu. Her ne kadar Gin kaptanına olan bağlılığını Sanjiye saldırarak gösterse de Sanjinin bundan şikayeti yok gibiydi.
Sanjinin artık bedeni tarafından bile kaldırılamayan tekmeleri yüzünden demir sopa ucundaki gülleleriyle kazanan Gin olmuştu. Ancak tayfasının şeytan Gin diye nitelendirdiği Gin kendisinden beklenmeyen bir hareketle rakibine acımış ve Kreig'e bu adamı öldüremeyeceğini haykırmıştı.
Kreig ise buna cevap veremeyeceği kadar zor bir durumdaydı bu sırada. Elindeki bütün silahları denemişti. Ağ atıp suya çekmekten, mermilere, bir tonluk patlayan mızraktan dikenli zırha kadar hiçbir şey Sakazukinin kavuruculuğunu geçemiyordu. Sonunda yeterince bilgi sahibi olsaydı bu işin böyle bitmeyeceğine dair bir şeyler gevelerken erimiş lavlara teslim oldu bedeni.
Sakazuki East Blue'nun en büyük filosuna sahip korsandan geriye hiçbir şey bırakmadan direk olarak Zeff'e gitmiş ve bir gemi istemişti bu yaptığı iyiliğe karşılık. Zeff ise ufukta bir nokta olan gemiye bakıp istediği vermişti. Nihayetinde büyük bir dertten kurtarmıştı gerçekten de kendini.
Sanji ise bütün yaralarına rağmen Nami aşkıyla peşlerinden gelecekti daha çok. Ancak Zoronun hayatını bir kenara atışı ve restorantın Sakazukiye olan borcuda bir nebze etkiliydi. Zeff'te kendisni kovmuştu zaten. Yine de kendisine küfürler eşliğinde minnet duymadan ayrılmamıştı oradan.
Kalan korsanlar kaptanlarının bu kadar hızlı bir biçimde kaybetmesini sindirmeye çalışırken Gin'nin zaten restoranta saldırmayacak olan niyeti ve liderlik vasfıyla bir araya gelmişlerdi. Böylece Gin ve tayfası uzaklaşırken Sakazuki, yaralı Zoro, onunla ilgilenen Usopp ve Nami aşkıyla peşlerine takılan Sanji ile gemilerini almak üzere yola çıktılar.
Bölüm 9
devam edecek...
Yorum Gönder